Hz. Yakup’un (a.s.) Evlatları İle İmtihanı
Rûh ve kalp, rûhâniyet âlemine meylederler. Nefse âit kuvvet ve hisler ise, hayvâniyet âlemine meylederler. Eğer insan kendi hâline bırakılırsa, gâlibiyet nefsin olur; beden rûha tahakküm eder ki bu, fâsıkların hâlidir.
Eğer kalp, zikir ve sohbetle güzel ahlâka nâil olursa, gâlibiyet rûhun ve kalbin
7. yüzyılın Nakşibendî mürşidlerinden İmam-ı Rabbânî kuddise sırruhû, Mektubât’ında Nakşibendiyye yolunun özellikleri hususunda şöyle der:
Dostlarıma devamlı öğütlediğim ve ömrümün sonuna kadar da öğütleyeceğim nasihat şudur: Öncelikle Ehl-i Sünnet akâid kitaplarına göre akideyi düzeltmek gerekir. Bunun ardından farz, vacip, sünnet, mendup,
“Benim kalbim temiz diyen, gönlünü Allah’a vermelidir; çünkü kalbin asıl sahibi Allah’tır. En değerli misafir de yüce Allah’tır. Allah kendini seven ve hatırlayanın gönlüne gelir.”
“Hayal kırıklığıyla gönül kırıklığını bazen birbirine karıştırıyoruz. Bu da ayrı bir şey… Bizde emel sahibi olmak hoş bir şey değildir. Emel, kişinin ne pahasına olursa olsun mutlaka olması istediği hedefe deniliyor. Kişinin davası olması iyi bir şey ama iddiası olması iyi bir şey değildir. İddia, hâşâ yaratıcılık ima eden bir şeydir. Emel sahibi olmak bu yüzden kötüdür. Bir insanın derdi nasıl dermanı oluyor? Dert, aynen çer-çöpü süpüren rüzgar gibidir. Tozu-toprağı alır götürür, seni yürürken kirlenmekten kurtarır.”