Bir zamanlar küçük bir Aysel vardı: Herkesin iyilik için var olduğuna inanan, bilgili bir ağabeyi ablayı gördüğünde onlara ilahlaştırırcasına saygı duyan, kendi bilgisini görgüsünü onların yanında hiçe sayan, onlar ne derse doğru sanan, aşağılasalar bile vardır bir bildikleri deyip işine bakan... Türk sanat müziğine, seyahat etmeye aşık... Küçücük kalbinde boyundan büyük duygular taşıyan... Bulunduğu ortamda kalbi onay vermese de bura iyidir, inançlı insanların arasıdır deyip konfor alanından çıkmayan... Şimdi kulağında enfes bir eserle terasta gökyüzünü içine çeken, yaşadığı tüm hayal kırıklıklarına tebessüm eden, artık yavaştan -hep gülen- gözlerinin kenarlarında kırışıklıklar başgösteren, acısı tatlısıyla tüm hikâyesini kucaklayan ve bir zamanlar o çok saygı duyduğu bilgisine görgüsüne güvenip kendini yok saydığı insanların da aslında kendisi gibi sadece kusurlu bir insan olduğunun farkına varan, kalbi onu aşan duygularla değil de milyon şükürle dolan, eksikliğini görüp kendini o eksiklerle bağrına basan bir Aysel var. Kimse bize bir zarar veremezmiş meğer biz izin vermeseymişiz. İşte koca ömrümün en büyük dersi.
Resim