Bak senin son veda ile ayrıldığın binada kahkahalar çınlıyor yine, daha kaç gün oldu, Rilke'nin üstüne kimler düğün dernek yapmadı ki, Nietzsche'nin arkasından bir tek o at huysuzlandı, kalp krizi ölüyü aldı, aldığı yeri eliyle şöyle bir düzeltti. Geç otur bak camdan badem ağacı çiçek açmış, toprak uyanıyor, acaba görüyor musun, sen de görüyor musun, badem baharını görüyor, dalların arasında geziyor musun, uyanıyor mu acaba, senin de mi kemiklerin öyle yan yana getirilecek, hala ve tekrardan yaşama hem de ebedi yaşama arzusu mu duyuyorsun, bak ıslak toprak kokusu havada, duvarda yosun, Tunusbağı civarında yatıyor sarhoş Nedim, evin eski kedisi bile gitti, havada mı asılı her şey, ses ve musiki asılı olsa ve günü gelmiş başka bir kulak ona uzansa, ıstırap nerde acaba, hep dallarda gözüm, hep dallarda ve durgun sularda, şarkılar söylendi, ölmeyecekmiş gibi, sarıl dığında sımsıkı bir ebediyetsizlik hissettin en korkulu anda ve mutluluk başkasının gibi göründü sana öyleydi de ondan mı, seninki bile başkasının başkasınınki yine başkasının ta sahipsizleşene kadar, mutluluk bile kimsesiz ve ebediyetsiz kaldı burada.
Alt katında evin eşyalar bana öyle bakıyorlar ki öyle bakamadan duruyorlar ki ben hala nasıl yaşıyorum bilmem, kendimi dışarı dar atıyorum, kesik bir rüzgar kuru bir yaprak peşimden tıkırdayarak geliyor, geliyor da geliyor. Mavi su, serin pürüzlü deniz, uğultulu motor sesleri, hakikat ile hayal arasındaki o incecik tüldeyim. Yani hayattayım. Bir elim sözde kendi yakamda ama elimden de azadeyim.