Beni artık özlemiyorsun, aklına bile gelmiyorum üstelik. bir yerlerdesin, sevildiğine ve yüzünün güldüğüne eminim. çok güzel güldüğüne de. bana değil. bir yerlerde olduğun yeri güzelleştirirken, benim adresimin ne önemi var değil mi. birdaha hiç çalmayacağın o kapının, bir şeylerin üstesinden gelişimin ya da hiçbir şeyi halledemeyişimin, ellerimin ve senin adın aklıma gelince titreyen dudaklarımın, hiçbir yere çıkmayan yollarımın, uzayıp kısalan saçlarımın, ardı arkası kesilmeyen sigaralarımın, öyle uzak bir noktaya saatlerce bakışımın, sürekli bölünen uykularımın, her şeye yabancılaşmış olmamın, üstüme devrilen düşüncelerimin, kendini bin yerinden bölen kalbimin ne önemi var değil mi. Tebrikler, kaybettim. 🌾🥂
Burası yoğun bakım ünitesi, sevdiklerinizi yanınızda götüremiyorsunuz. Kocaman kapısı var. O kapının arkası, umutla bekleyen insanlarla dolu.
Reklam
Sizin emsaliniz bir derviş, bir kıza vurulmuş, âşık olmuş. Ona mektuplar yazmış, göndermiş. Kızın da ona duyguları aynıymış. Mektubuna da aşkına da karşılık bulmuş derviş. Günlerden bir gün sevdiceğini ziyaret etmek istemiş. Gelmiş kapısının önüne. Vurmuş kapıya tokmağı usulca birkaç kez. Kızımız kapının ardından seslenmiş 'Kimdir gelen?' Bilmez mi geleni, tabii ki biliyor. Kim olduğunu kapının önüne gelmeden evvel pencereden görmüş zaten. O soruyu sormasının sebebi, aşkın hangi hâlinde onu öğrenecek, ona göre açacak kapıyı içeriden dışarıya doğru. Derviş başlamış latifeli, süslü sözlere. 'Benim, ben, sevdiceğim. Ey, ahu gözleri avcı gibi vurup avını yaralayan, işte, o avın olan ben...' Daha bunun gibi sözler söylemiş. Her cümlesinin ya başında ya sonunda 'ben' var. Kızımız açmamış kapıyı. Derviş buna üzülmüş ve medreseye dönmüş. Bizim derviş ne yiyor ne içiyor. Almış mı onu bir düşünce. 'Mektuplarında yazdıkları ne? Kapıyı açmamak da neyin nesi?' Hocası onun deli divane oluşuna bakmış. Sormuş, 'Evlat, nedir bu hâl? Sabahtan bu yana vücudun burada ama sen burada değilsin.' Hocasına anlatmış yaşadıklarını. Anlamış hoca kapının neden açılmadığını. 'Evlat soru güzel de cevap çirkin. Yanlış cevap verirsin tabii kapıyı açmaz.' Doğru cevabı söylemiş dervişe. Bizim derviş ertesi gün soluğu yine kapının önünde almış. Yine vurmuş tokmağı kapıya yavaşça birkaç kez. Kızımız kapının ardından aynı soruyu sormuş. 'Kimdir kapımıza gelen?' Derviş 'Senim sen! Ey sevdiceğim. Gelen senleşen sendir.' İçeriden açılmıştır kapı.'
Sayfa 266Kitabı okudu
"Aşk makamına giden yolda, yalnız bir dilenci gibi yürümek zorundasın. O kapının eşiğine yaklaştığında bir Allah dostu seni karşılar ve nurdan yapılmış yeni elbiseler verir. İlahi olanın kapısına duacı olarak gitmelisin. Oraya tüm alçak gönüllülüğünle gitmeli ve el açmalısın. Oraya, emreden biri olarak gidemezsin. Boynunu büküp bir garip, mütevazı biri olarak gitmelisin."
Sayfa 346Kitabı okudu
İşte böyle bir alemde, çalışma odasının cam kapısının ardında, kendi geçmişine doğru bir yolculuğa çıkar yazar. Kimler yoktur ki o geçmişin akıp giden film şeridinde? .. Çocukluğu, annesi, köpeği Hektor ve daha niceleri ... Okuyucu; sanki verandada oturmuş, cam kapının ardını, içeriyi gözler gibidir. Söseki'nin en insani yönlerine, en ürkek hallerine, çaresizliklerine, pişmanlıklarına bazen de huysuzluklarına tanık olurken kapıyı açıp içeri girivermek ister. Cam kapının içi ile dışı, önü ile arkası birbirine karışır okuyucunun zihninde. Kimi zaman dışarıda kalan, yazardır, kimi zaman dünyanın kendisi ... Bu nedenle isim olarak Cam Kapının Ardı tercih edildi.
Yaşamak için mi yükseliyoruz yoksa yükselmek için mi yaşıyoruz? Güvenli bir hizada yürümek mi daha iyi yoksa risk alarak, gerekirse başarısız olmak mı? Büyüklerin nasihatlerini kulak arkası edip takıntılı gibi ilerlemek mi yoksa durmak gerektiğinde durmasını bilmeli mi? İnsan hayatını dengeli ve güvenli zevkler için mi geçirmeli yoksa kısa ama paha biçilemez bir şölen için mi? Soru sormanın cevap aramaktan daha büyük bir haritanın içine attığını düşünüyorum, büyük haritalar zihnimizde bize birçok kapının olduğunu gösterir, kendi tercihlerimizi.
Reklam
133 öğeden 71 ile 80 arasındakiler gösteriliyor.