Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
"Suriyelilere Ne Ekmek Ne De Su"
"Birlikte reddetmek ve birlikte nefret duymak, iç bağları sağlamlaştırmaktadır. İki insanın bir olup bir üçüncüye çamur attığı anda, artık bunlar, birbirlerinden korkmamaktadırlar. Bireysel korkunun kolektif özdeşleşme yoluyla aşıldığı her yerde, faşizme giden psikolojik yol artık uzak değildir. O zaman, egemen sınıflar her ciddi toplumsal bunalımın üstesinden, psikolojik faşizmi, açık - politik olanına dönüştürerek gelebiliyorlar." (Dieter Duhm, Kapitalizmde Korku, s. 188-189, Psikolojik Faşizm, Ayrıntı Yayınları) i.hizliresim.com/XX04jO.jpg
Ruhsal acıların özünde, çoğu kez üstü örtülü, başka ifadelerle süslenmiş, derin bir korku bulunmaktadır. Bu korku, çok çeşitli görünümlerde ortaya çıkar: "Sağlıklı" insanda, başkalarının kendi hakkında ne düşünebileceği korkusu olarak; konuşma korkusu olarak; amirlerden ve rakiplerden, üniformalardan ve kurumlar￾dan duyulan korku olarak; cinsel ilişki öncesinde ve sırasında beliren korku olarak; başarısızlık ya da hastalık korkusu olarak vs. Bu toplumun hayatında her yanda bulunduğu için göze bat￾mayan bu korkuya, çanak yalayıcı üniversite psikologları "normal" der, ama gerçekte, normalden başka her şeydir. Bu korku, bütün hayatımızı zehir eden kötü bir hastalıktır. O, yalnızca bi￾reysel hayatımızın değil, bütün bu toplumun ayrılmaz parçası durumundadır. Bu korku, kapitalizmin malıdır; yalnızca onun ürünü olarak değil, aynı zamanda onsuz her şeyin çökeceği bir yapıtaşı olarak da bu sisteme aittir
Önsöz
Reklam
Çocuğun hayatındaki ilk otorite kişiler, çoğu kez annelerle babalar oluyor. Çocuk, onların aracılığıyla, kendi özgürlüğünün sınırlarını kavrıyor. İstediğini yapamıyor, ama anne ve babanın istediğini yapmak zorunda kalıyor, boyun eğiyor. Boyun eğme, gönüllü olarak sağlanmıyor; çünkü bunun anlamı, doğrudan ih￾tiyaç tatmininden kısmi vazgeçiştir. Anne ve baba, çocuğu, "uslu" durduysa (şefkatle, tatlı sözler ya da şekerle) ödüllendirerek; "yaramazlık" ettiyse (sevgiden mahrum bırakarak, azarla ya da dayakla) cezalandırarak boyun eğmeyi sağlamak istiyor. Böylece onlar, birer yargıç durumuna geliyor ve çocuğun mutluluğu da, bu yargıçların vereceği karara bağlı oluyor. Yaşı ilerledikçe çocuk, başka yargıç kişilerle karşılaşıyor. Bunlar, çocuk yuvasındaki bakıcı kadın, öğretmen ve rahiptir. Bunların hepsi, çocuğun üze￾rinde sahip oldukları zorla, onu -her zamanki davranışına gö­re ödüllendirmekte ya da cezalandırmaktadırlar. Sevgi görmek ya da cezadan kurtulmak amacıyla çocuk, neredeyse "gönüllü olarak" uyum sağlamaktadır. Bu uyumun motoru, sevgiden mahrum olmak ve ceza görmek korkusudur.
Sayfa 25
Korku hoş bir şey değildir ve bundan dolayı, derhal korkuyu azaltacak ya da bertaraf edecek psişik mekanizmalar uyandırır. Korkuya karşı en genel savunma mekanizması, uyum sağlamaktır; daha açık söylemek gerekirse, toplumun güçlerine boyun eğ­mektir. Bu yolla korku, mükemmel bir egemenlik aracı olur.
Korku üreten bir toplumda, nörotik insanlarla nörotik olmayanları kesin olarak ayırmak mümkün görünmüyor. "Sağlıklı" denen insanlar da; hastalıklı -yani, korkunun zorlamasıyla çı­kan- karakter oluşumları taşıyorlar. Zaten toplumun tümü hastaysa, sağlıklı olmak, hastalıklı durumun ortalama ve bu yüzden de göze batmayan bir türü anlamına gelebiliyor.
Kapitalist toplum, hasta bir toplumdur. Kapitalist toplumun "sağlıklı" insanı, hasta oluşu dikkati çekmeyen biridir. Ne var ki, o, aslında sonuna kadar hasta, bozuk ve sakat bir insandır. Hastalığı topyekün ve her yerdedir.
Reklam
Egemenlik ilişkileri sürdürülecekse, kuralları çiğneyenlerin cezalandırılması, tarihi bakımdan zorunludur. Çünkü insan, gö­nüllü olarak boyun eğmez; haklarından ve ihtiyaçlarının karşı­lanmasından gönüllü olarak vazgeçmez. Onu, var olan egemenlik ilişkilerine uymaya götüren tek gerekçe, dıştan gelen zorun baskısıdır; bu, eskiden böyle olmuştur, şimdi de böyledir. Zor da, korkuyu doğurmaktadır
Sayfa 26
Egemenlik ilişkilerinin yalnızca dıştan gelen zorla ayakta tutulabildiği doğrudur. Ne var ki, zorun türü ve boyutları sabit kalmayıp, egemenlik sisteminin yerine oturduğu, olgunlaştığı ve inceldiği ölçüde değişmektedir. Bu tarihi sürecin başında, uygulanan zor, sert ve acımasız olmak durumundaydı. (Baskıya karşı direnen işçiler, işten çıkarılmış, hapse atılmış, dövülmüş ve öldürülmüştür.) Bu yolla, baskı altındaki insanlarda belirgin bir reel korku yaratılmıştır. Bunlar, açlığa,işkenceye ve ölüme karşı duydukları korkudan dolayı, kapitalist egemenlik ilişkileriyle uyum sağlamışlardır.
Sayfa 54
Kapitalist egemenlik ilişkileri içinde bir insanın hayatında en güçlü geriye itme ve bashrma ne zaman olmaktadır Psikonanaliz, bu soruya gayet açık bir cevap veriyor: Çocuklukta. Ekonomik egemenlik ilişkisi, toplumun bütün alanlarında olduğu gibi, ailede de kendini yeniden üretmektedir. Anne ve babalar, duydukları zoru çocuklarına aktarmaktadırlar. Bunun ötesinde, kapitalist eğitim sistemi anababayı, çocukları (yani, özel mülkleri) üzerinde topyekful bir egemenlik zoru uygulamakla yasal olarak görevlendirmiştir. Çocuğun ihtiyaçları (hareket etme dürtüsü; cinsellik, saldırıda bulunma vs.),.kısa süre içinde, kendisinin reel cezalar ve tehditler biçiminde yaşadığı ana-baba zoruyla çatışmaya girmektedir.
Tuvaleti temizlemeyi reddettiği için ' ustası tarafından hesabı görülen çırak; konjonktürün gerilediği dönemlerde kısa çalışma ve işten atılma tehdidi altındaki işçi; evlilik dışı cinsel ilişkisinden dolayı mesleğini bırakmak zorunda kalan memur; toplumsal eleştirici bir ödev hazırlamanın cezasını kötü not alarak çeken öğrenci; yedinci çocuğunu ortadan kaldırdığı için hapishaneye giren vasıfsız işçinin karısı; atlı polislerin ezdiği göstericiler; bu insanların hepsi, toplumsal zoru bizzat yaşamaktadırlar
Reklam
İnsanlar arasındaki dayanışmanın, meta ilişkileri nedeniyle paramparça olduğu yerde, sempati de, sevgi de, belli davranış tekniklerinin kullanılmasıyla elde edilebilen ve satın alınması mümkün değerler olarak belirmektedir
Korku üreten bu değişim ilişkilerinin en mükemmel sureti, sınav durumudur. Böyle bir durumda, istenilen bedeli elde edebilmek için, belli bir başarı düzeyi göstermeye açıkça zorlanırız.
İnsanlar artık özgür özneler olarak değil, nesnel yasallıkları işleme koyanlar ya da yabancı şeysel otoritelerin icra organları olarak belirirler. Toplumsal sistem (pazar sistemi, yönetim sistemi, vs.) kendi yasalarına göre işler ve insan, yaşamak istiyorsa, kendi kişisel düşüncelerinden tamamen bağımsız olarak, bu yasaların emrine girmek zorundadır
Başarı ilkesiyle korku arasındaki bağlam, bir başka düşünceyi de içinde barındırmaktadır. Başarının değerlendirilmesi ancak başkalarının başarısıyla karşılaştırma yaparak mümkündür. Bundan şu sonuç ortaya çıkıyor: Başkalarının başarısızlığı, insanın kendi başarı şansını artırmaktadır. Kapitalist toplumda başarı ilkesinin esiri olmuş insanlar, bu nedenle -bilinçli ya da bilinçsiz olarak- başkalarının başarısızlığını isterler. Böylece, başarı ilkesi, insanlar arasındaki uçurumu derinleştirir,
İster ilkokul olsun, ister meslek okulu ya da lise, kapitalist toplumdaki korku üretiminin şimdiye kadar anlatılan faktörlerini, özellikle belirgin biçimler halinde okulda bulmaktayız. Okulun görevinin "topluma uygun" insanlar yetiştirmek olduğunu dü­şünürsek, bunun bir mucize olmadığı anlaşılır. Kapitalizmde okul belli bir toplumsal misyonüstlenmiştir Gençliği o biçimde eğitmeli ve ona öyle bir öğretim vermelidir ki, sonradan bu kitle, çatışmalara yol açmadan topluma uysun ve onun için çalışsın.
Sayfa 118
185 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.