Yağmurun ardından Kar geliyor; Onun ardından sel... Bir şeyleri tamamlamadan Ölmek bana Zor geliyor.
Güneş herkes için parlar Ama onlar için parlamaz Onlar ki hapislerde yatarlar Onlar ki madenlerde çalışırlar Onlar ki balık pulu ayıklarlar Onlar ki etin kötüsünü yerler Onlar ki saçlara firkete yaparlar Onlar ki soluklarıyla şişirdikleri şişeleri başkaları doldurur içer. Onlar ki çakılarıyla keserler ekmeği Onlar ki fabrikada
Sayfa 56 - Çan Yayınları, 1963
Reklam
Tarlaların arasından bir uluma sesi daha yankılandı, sanki aynı anda her yönden geliyor gibiydi. Serilda ürperdi ve etrafına bakındı, ancak değirmenden ileriye uzanan araziler her ne kadar dolunayın etkisiyle epey aydınlanmış olsalar da av partisine dair hiçbir şey göremiyordu. "Parsley, gitmemiz gerekiyor," dedi iki yaratıktan daha ufak
“Hava daha da soğumuş ve sokakların köşelerinde, duvar diplerinde kar iyice tutmuş, yükselmiş. Kör karanlıkta gövdem yolunu dar sokakları ancak hissederek buluyor. Bazen de, kepenkleri iyice çekili, pencereleri kapkara tahtayla kaplı evlerin bir yerinden içerde hâlâ yanan bir kandilin soluk ışığı dışarı sızıp karda yansıyor, çoğu zaman ise hiçbir ışık, hiçbir şey göremiyorum da bekçilerin sopalarının taşlara vuruşuna, çılgın köpek sürülerinin ulumalarına, evlerin içlerinden gelen iniltilere kulak verip yolumu buluyorum. Bazen, gece yarıları şehrin dar ve korkutucu sokakları karın sanki kendi içinden sızan harika bir ışıkla aydınlanıyor ve karanlıkta, yıkıntılar ve ağaçlar arasında yüzlerce yıldır İstanbul'u tekinsiz kılan hayaletleri gördüğümü sanıyorum. Bazen de, evlerin içinden mutsuzların uğultusu geliyor; ya harıl harıl öksürüyor, ya burunlarını çekiyor, ya rüyalarında ağlayarak çığlık atıyor, ya da karı kocalar, yanıbaşlarında çocukları ağlarken birbirlerini boğazlamaya girişiyorlar.
Öyle demesek mi :D
şehirde sahiplerinin tasmasını tutanlar köpeklerdir. Yağmur da yağsa, rüzgar da esse, kar da yağsa günde iki kez gezdirmek gere­ken bir köpekle gönüllü olarak ilgilenmek, kendi boynuna tasma geçirmek anlamına geliyor; ama kimse bunu anlamış gözükmü­yor.
Zamanı hızlandırma ihtiyacımız nereden geliyor? Ufak tefek hayallerimizi yerleştirdiğimiz yakın geleceğe ulaşmak için sabırsızlanmamızdan... Aslına bakılırsa zamanı yavaşlatmaya ihtiyaç duymamız gerekmez miydi? Bu yoğun hızlanma isteği nereden geliyor? Geleceğe ulaşmak için neden sürekli sabırsızlanıyoruz? Buzun, çekimde hızlı görünen erime görüntüsü, aslında bir daha yerine konulamayacak bir zamanın görüntüsü. Belki de zaman diye bir şey yoktur?
Sayfa 72 - KETEBEKitabı okuyor
Reklam
ÇATIŞMA Çürümeden çok önce, galiba kokuşmadan da evvel, ölümle dirim arasında geçen kavganın sonundaki boşlukta; birtakım ecza şişelerinin küçüklü büyüklü, sıra sıra dizildikleri, ağızlarını açıp bekleştikleri zamanı; ötekisi ile; sıcacık bir oda ve bir sepet içinde kokmaya, bir kurt yüzünden bozulmaya, delirmeye, canlanmaya hazırlandıkları zaman
-Divaneyim- (baba)
Sensiz yaşamak zor geliyor bana Aşk oduna yanmış bir divaneyim Kara kış bile har geliyor bana Aklı yitmiş garip bir divaneyim Ben ki yıllar yılı yolun gözledim Düşmandan, dosttan sırrım gizledim Bilir misin seni ne çok özledim Aklı yitmiş garip bir divaneyim Avutmaz artık ne şarkı ne ağıt Oy şeytana bade iç efkâr dağıt Kader buysa eğer kâr etmez öğüt Aklı yitmiş garip bir divaneyim Aşk yarasıdır can bulunmaz deva Senden gelen derde kuloğlu reva Sonsuza kadarda sürse bu dava Aklı yitmiş garip bir divaneyim Kuloğlu 1983
Sayfa 77 - Tunç YayıncılıkKitabı okudu
severmişim meğer
Yıl 62 Mart 28 Prag-Berlin treninde pencerenin yanındayım akşam oluyor dumanlı ıslak ovaya akşamın yorgun bir kuş gibi inişini severmişim meğer akşamın inişini yorgun kuşun inişine benzetmeyi sevmedim toprağı severmişim meğer toprağı sevdim diyebilir mi onu bir kez olsun sürmeyen ben sürmedim Platonik biricik sevdam da buymuş meğer meğer ırmağı
Kitaplardaki metinler, öğrencilerimi ilgilendirmiyor artık. Geometri derslerindeki noktalar, çizgiler, açılar kadar soyut, hatta anlamsız geliyor sözcükler; onları hayatları boyunca nereye koyacaklarını bilemedikleri, asla kullanamayacakları eski eşyalardan farksız buluyorlar. Sanki bir şiirde, bir öyküde insan hayatı, insana özgü duygular yok da, onlara yabancı gelen soyut bir uzay var.
Reklam
Karda dolaşan insanlar da böyle olurlarmış diyorlar Olric. Doğrudur Efendimiz. Kar da güneş gibi yakarmış. Her şeyi duyuyoruz, hiçbir şeyi bilemiyoruz Olric. Bu duvarlar arasında kapandık kaldık. Savaş diyorlar, öldüler diyorlar, halk diyorlar. Ne biçim şeyler bunlar? Rivayetler dolaşıyor, sözler geliyor kulağıma. Hep, bir yerlerde birşeyler oluyor, biz bilemiyoruz, Olric. Hep anlatıyorlar, söylüyorlar, naklediyorlar. Bir gün hiç beklemediğim bir sırada, kapı bir tekmeyle açılacak; tanımadığım insanlar dolacak içeriye. O anda, büyük bir ihtimalle, sen de yanımda olmayacaksın; muhafızlar da öldürülmüş.
Sayfa 52 - İletişim Sinan Yayınları, İkinci Bölüm
BEYAZ LÂLE Hudutta bozulan ordu iki günden beri Serez’den geçiyordu. Hava serin ve güzeldi. Ilık bir sonbahar güneşi, boş, çimensiz tarlaları, üzerinde henüz taze ve korkak izler duran geniş yolları parlatıyordu. Bu gelenler, gidenlere hiç benzemiyorlardı. Bunlar adeta ürkütülmüş bir hayvan sürüsüydü. Hepsinin tıraşları uzamış, yüzleri pis ve
Neden aklıma geliyor istasyon büfesindeki duruşun Hava soğudu- kasımın son günleri- Kar yağacak, bembeyaz olacak unutulmuşluğun.
Ellerin yurdunda çiçek açarken, Bizim İl’e kar geliyor gardaşım.
Neden aklıma geliyor istasyon büfesindeki duruşun Hava soğudu kasımın son günleri Kar yağacak,bembeyaz olacak unutulmuşluğun…”
Resim