“Ayrı düşmüş insanlar için ülke bazen yalnızca bir türkü demekti, bazen buğusu üstüne sıcak bir yemek, bazen bir sokak görüntüsü, bazen de bir isim. Nereye giderse gitsin ülkesini içinde taşırdı insan. Ülke düşüncelere sinerdi; davranış olur, hiç beklemediğiniz bir anda kendini gösterirdi. İstesenizde kurtulamazdınız ondan, bir tat, bir dokunuş, bir ses, bir koku, bir görüntü olur, aklınıza takılır, çekip götürürdü çocukluğunuzun, gençliğinizin geçtiği yerlere.”
Gidersen yıkılır bu kent, kuşlar da gider
Bir nehir gibi susarım yüzünün deltasında
Yanlış adresteydik, kimsesizdik belki
Sarışın bir şaşkınlık olurdu bütün ışıklar
Biz mi yalnızdık, durmadan yağmur yağardı
Üşür müydük nar çiçekleri ürperirken
Gidersen kim sular fesleğenleri
Kuşlar nereye sığınır akşam olunca
Sessizliği dinliyorum şimdi ve
Amaç, kuramı yaşamın hizmetine sunmak değil, ne pahasına olursa olsun inancın doğruluğunu kanıtlamak olunca, basit gerçeğin yalın sözcükleri yerine, basmakalıp olanın görkemli ama kof laflarını kullanmak kaçınılmaz oluyordu.
“Bütün itirazlarına karşın İngem onu rahat bırakmayıp iki kez dansa kaldırmış, bedenini bedenine bastırarak, adeta sevişir gibi ayakta kıvranmaya başlamıştı…”