Uzun bir süredir öykü ağırlıklı okumalar yapmaktayım. Daha önce paylaşmış olduğum bir alıntıda yer aldığı gibi (#69389465), ben de herkesin bir öyküsü, şiiri, şarkısı olması gerektiğini düşünüyorum. Bu nedenle okumuş olduğum 164 tane öykü kitabının içinden bana dokunan öyküleri bir ileti altında paylaşmak istedim.
Bu
Akif İnan, Yedi Güzel Adam'dan olduğu söylenen bir şair ve yazardır. Onlardan biri midir bilmem ama güzel bir insan olduğu muhakkak. Yazdığı satırlar, ardında kaliteli ve vakur bir kişilik olduğunu gösteriyor ve ancak nahif bir insana ait olabilirler. Uzun zamandır bu yedili ile ilgilenmekteyim. Hayal ettiğim haklarında uzunca bir araştırma ve
Dut Ağacının Altında oturmak nasılsa aynen öyleydi. Kitabı okurken en yoğun hissedilen duygu "sakinlik". Yazarın bizi bıraktığı zamansız bir mekanda takılıyormuş hissi bir de. Bir mekanda bıraktı demişsem de; düşünceler içerisinde bizi gezindirmeyi ihmal etmeyen yazara teşekkürü borç bilirim. Kâh kelebekle konuştuk kâh kuşları izledik kâh kar yağışını dinledik. Efendim, kar sessiz mi yağar? Ama dinlemesi bu yüzden güzel değil mi? :)
Ben bu kitabın hissettirdiklerini sevdim.
"Ne kadar hızlı ilerliyorum yahu." deyip önceki sayfalara dönüp tadını bir kez daha çıkardım. Sürekli olayların içinde yüzmemiz, boğuşmamız gereken kitapların arasına ne de yakışan bir kitap olmuş. Tam bu zamanlar okumalık. Kendi bağlamında düşününce bu tarz kitap sayısı az, o yüzden sana puanım 9! Kitabı yazarla doğrudan irtibata geçip alınca biraz daha somutluk kazanıyormuş. 2 puan ordan ama havadan değil neticede. :)
ANNESİ ÇALIŞAN ÇOCUĞUN AĞIDI
Attım. Boyalar ne işe yarayabilir
Yalnızlık için karadan başka
Hangi rengi kullanabilirim
Kuru masa, donuk tavan, somurtuk halı
Solgun durmalı resimlerim
Pencerem kuşları çekmiyor
Soluğu azaldı nergislerin
Üç tarak olsa taranmaz Yuku-Lili'nin saçları
Ben annesi çalışan bir çocuğum
Yollarda damlarda eski yazdan kalma
Mavi çizgileri kar gelir kapatır
Sustum. Sevincin sesleri de
Bir iki deneyip susacak
Duvar diplerinde kedisel çığlıklar
Bahçelerde çirkin kasımpatları açmalıdır
Ceviz ağaçları.
Uzun bıyıklı adamlar
Toz içinde kadınlar.
Cızırtılı bir radyo
Yalnızlığı çalıyor.
Pencerelere kadar kar
Köpekler olmasa herkes ölü.
Puhu kuşları bile.
"Sen dostumdun benim gülünce güneşler açan
Bulutlara rüzgara asarım suretini her akşam
Her akşam bir mektup yazarım dağlar kadar
Meşeler göğermiş diyorsun, varsın göğersin
Anlamını yitiren bir şeyler mi var şimdilerde
Yazdığım şiirlere yabancıyım, sokaklara yabancıyım
Taşı delemiyor bir çığlık ve apansız
Su oluyorum ipince, kendime sızıyorum
Dünya yetmiyor bazen, bırakıp gidebilir miyim?
Kuşları ürkütülmüş bir dal gibiydin, öylesine mahzun!
Kimilerinin bakışlarına yine karlar yağmış
Saçları dumanlı bir geçit sanki, dudakları lal..
Unutalım mı şimdi..
Sabahlara kadar okuduğumuz o kitapları
Sabahlara kadar düşüncelerimizde yaşattığımız hayallerimizi
Kar aydınlığında yürüdüğümüz o yolları
Bulutlara, rüzgara asarım suretini her akşam
Her akşam mektup yazarım dağlar kadar
Meşeler göğermiş diyorsun varsın göversin
Unutmadım bırakıp giderken söylediğin sözleri
Kayıp bir adresten geliyor sesin şimdi, üşüyorsun
Unutma dostumsun sen, neredeysen orada ölmek isterim!"
.
Hani birbirini kovalayan dalgalar
Sonunda güm-güm kayalara çarparlar
Ve siz, ansızın bir ürperti geçirirsiniz ya
Sevgili hazırlanmış öteki sahilde bekler
Bir romansa dönüşürken elinizdeki çiçekler
Dalgınlığınızdan son vapuru da kaçırırsınız ya
Ritimsiz basarken ayaklarınız
Çok baharatlı bir şeyler mırıldanır dudaklarınız
Aklınızdan çok şeyler geçirirsiniz ya
Gözlerinizin kanatlarıyla okşarken
Bir top patlar gibi tünelden çıkar bir tren
Hani çevrenizden bütün kuşları uçurursunuz ya,
İşte öyle yakalandım en eski rüzgârıma
Artık kar-buz dayanır mı benim nârıma,
Artık bağlarım tutabilir mi burada beni?
...
Sen dostumdun benim gülünce güneşler açan
Bulutlara rüzgara asarım suretini her akşam
Her akşam bir mektup yazarım dağlar kadar
Meşeler göğermiş diyorsun, varsın göğersin
Anlamını yitiren bir şeyler mi var şimdilerde
Yazdığım şiirlere yabancıyım, sokaklara yabancıyım
Taşı delemiyor bir çığlık ve apansız
Su oluyorum ipince, kendime sızıyorum
Dünya yetmiyor bazan, bırakıp gidebilir miyim?
Kuşları ürkütülmüş bir dal gibiydin, öylesine mahzun!
Efkar da yakışırdı sana, ilk kadeh kekik kokardı
Unutalım mı şimdi kente indiğimiz o ilk günü
Sabahlara kadar okuduğumuz o kitapları
Sabahlara kadar düşüncelerimizde yaşattığımız hayallerimizi
Kar aydınlığında yürüdüğümüz o yolları
Sen dostumdun benim gülünce güneşler açan
Bulutlara rüzgara asarım suretini her akşam
Her akşam mektup yazarım dağlar kadar
Kayıp bir adresten geliyor sesin şimdi, üşüyorsun
Unutma dostumsun sen, neredeysen orda ölmek isterim!
Hayal mi gerçek?
Gerçek mi hayal?
İkisi de mi gerçek?
İkisi de mi hayal? . . .
Hem gerçeği hem hayali muallakta bırakan bir obsesif şüphenin romanı:
Puslu Kıtalar Atlası
Eflâtunî bir girdap içinde büyük daireler çize çize derinlere doğru efsunlanmış ve yarı-anestezik bir halde duhul ederken birden son sayfaya gelmemle birlikte geceyarısının bir kör
Selamun Aleykum ilk insan ve insanlığın ilk atası Hz. Âdem’den sonra insanlığın ikinci atası olarak kabul edilen Hz. Nuh’un hikayesini hepimiz az çok biliriz.Bu yazımda Nuh tufanının dünya toplumlarında nasıl bilindiğine dair bir incelemede bulunacağım.
Tufan olayı, Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslâm gibi semavî dinlerin yanı sıra içeriği
“Kapı olmak hiç de sevimli değil,” diyordu içimizdeki çamların en yaşlısı, “Bir kere, kapı olunca kilit takarlar bize. İnsanoğlunun böyle acayip huyları vardır. Evet, gözümümüzün yaşına bile bakmadan kilit takarlar. Kilit ne demektir bilir misiniz?”
“Ne demektir?”
“Ben size söyleyeyim, kilit, insanın utancı demektir her şeyden önce… İnsanoğlunun