Hiçbir zaman inandıramadım seni sıradan bir hayata razı olman gerektiğine. Hiçbir zaman inandıramadım seni, o sıradan hayatta benim de bir yerim olması gerektiğine.
«Orta Amerikada bir ülkede darbe oluyor. Bütün sanatçılar, yazarlar, şairler, bilim adamları, öğretmenler içeri. Görüş yok. 2 hafta, 3 hafta, 6 ay, 1 yıl. Dünyadaki bütün hukuk örgütleri, demokratik örgütler araya giriyorlar: "İnsanları içeri attınız dört duvar arasına, bari 1 seferlik bir görüş günü düzenleyin. Sevdikleriyle
“Başka bir gezegene, oradaki kayaların yapısını incelemek için araç gönderebilecek kapasiteye sahip bu şizofrenik insanlık, milyonlarca insanın açlıktan ölmesini umursamayabiliyor. Mars’a gitmek, yanı başındaki komşuya gitmekten daha kolay görünüyor.” Demiş Jose Saramago 1998 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü aldıktan sonraki konuşmasında. Aslında
"Olmasaydı sonumuz böyle!"
Şiştt...
Sakin.
Spoiler falan vermedim.
Ama ne olur benden bu kitabı spoiler vermeden incelememi beklemeyin, yine de elimden geleni yapacağım. En son Martin Eden beni bu kadar yakmış, yıkmıştı. Ama Martin için üzülmüştüm o kitapta. Bu kitapta kime tutunduysam kaldı elimde.
Ağaca güvendim çürüdü. İnsana
Atom bombası ile ilgili pek çok şey okudum, izledim ama pek azı beni okuduğum bu minicik kitap kadar etkilemiştir. Kitap bittiğinde ne düşüneceğimi şaşırmış bir halde duygularımla boğuşurken buldum kendimi.Şüphesiz ki #atombombası insanlık tarihinde bir kara leke ve çok üzücü ancak ben bu kitabı okurken zeki,çalışkan, disiplinli,ahlaklı bir
"Aşk, bir bedende iki kişi."
“Ey aşk...! bir mucize gerçekleştir şimdi
Şapkandan bir kumru havalansın
Bana öyle büyük ki bu kalp,
Gelsin yüreğime yuvalansın”
Kitabı okurken sımsıcak bir yürek buldum. Yaşam kavgasının molalarında, sıcacık bir poğaça, buğusu üstünde demli bir çay, sevgi ve vefayla beslenmiş hoş bir muhabbet, zifiri
Küçüktük...;
Mucizelere dil çıkaran, bir varmış bir yokmuşlarla büyütülmüş hayat dolu çocuklardık.
Elma şekerine, tavşan balona, pamuk helvaya havalara uçardık,
Saklambaç oynardık, ip atlardık, seksekle zıp zıp zıplardık.
Çocuk öldürmez tahta silahlarımız,
füzeden hızlı sapan taşlarımız, bomba sesinden korkmaz kağıt kuşlarımız vardı.
Düşünmezdik bu dünyanın kara yüzünü,
tüm kötülüklere inat içimiz dışımız bahardı.
Minicik yüreklerimize, kocaman dünyaya yetecek kadar sevgi sığardı.
Büyüdük...;
Ne sihirli güçlerimiz, ne çocuksu düşlerimiz, ne de yürekten gülüşlerimiz kaldı.
Nereden bilecektik, büyüyünce hayatın bizi sobeleyeceğini,
Su katılmamış acılarla canımızı yakacağını, büyüdükçe mutlu günleri elimizden alacağını.
-Gözleri buğulu, saçları yağmurlu kızım,
ne olur büyütme çocuk yanını...!-
Gözlemlediğim kadarıyla pek çok kişi bu kitabı yarım bırakmış veyahut bir şey anlamadığını öne sürerek beğenmediğini dile getirmiş. Ben de bu karmaşıklığa bir nebze de olsa açıklık getirme amacı ile bir inceleme yazmak istedim.
Fyodor Dostoyevski külliyatı kronolojik okuma maratonumun 11. kitabı olan