Siyahlı adam çölde kaçıyordu. Silahşor de peşindeydi.
Bütün çöllerin tapınağıydı burası.
Gök kubbesinin altında her yana doğru sanki milyonlarca
kilometre uzanan dev bir düzlük. Bembeyaz çöl.
Gözleri kamaştırıyordu. Burada bir damla su bile yoktu.
Çölün kendince bir özelliği olduğu söylenemezdi.
Sadece ufukta hafif, beyaz sislere benzeyen dağlar yükseliyordu:
Bir de şurada burada tatlı rüyalara, kâbuslara ve ölüme
neden olan şeytanotu kümeleri görülmekteydi.
Arada sırada karşılaşılan ve mezar taşlarını andıran levhalar yönü belirtiyordu.
Çünkü kalın alkali tabakasını yaran bozuk patika bir zamanlar geniş bir şoseydi. Arabaların geçtikleri bir yol. Ama o günler çok gerilerde kalmıştı.
Zaman ilerlemiş, dünya da boşalmıştı.
Roland yapayalnızdı.Ama yalnızlığın kötü ya da utanılacak bir şey olduğunu düşünmüyordu.Karanlıklar dünyasını sarmıştı. Ve dünya değişti. Silahşor "çekme" zamanını bekleyerek Kara Kule'yle ilgili o Sonu gelmeyen hayallere daldı.