Hâlâ bana öyle geliyor ki, dünyadaki insanların çoğu yamyamlık çağını atlatamadı, sadece yeni bir hâle bürün- müş oldu. Başka ulusların topraklarını fethedenleri neden bu kadar saygıyla andığımıza anlam veremiyorum. İskender, Hannibal, Scipio, Caesar, Charlemagne, Napoléon ve onlar gibi daha nicesi tam olarak neyi başardı? Uçsuz bucaksız yabancı toprakları ele geçirip, talan ettikten sonra orada yaşayanları eğitmeyip, onların hayatını ve devletin düzenini iyileştirmedikten sonra ne fayda? Koskoca devletler kuruluyor, ancak halk sıkıntı içinde ve açlık çekiyor. Milyonlarca insan cahil kalıyor. Her yerde sarhoşluk, hırsızlık, büyük sefahat, isyanlar, toplumsal nefret kol geziyor... Ve herkesin ağzında küfür. Baba mirası veya halkın yuvarlandığı yozluk bataklıklarından bir okul diploması elde ederek yükselen, korunaklı ve uygun bir yere ulaşan hiç kimse sonrasında parmağını dahi kıpırdatmayacak, milyonları o karanlıktan kurtarmaya yeltenmeyecektir. Ve aydınlanmamış, sarhoş, aç bir halka sahip büyük ülkelerin bataklık üzerine taşlardan inşa edilmiş büyük birer kule gibi olduklarını da bilmeyeceklerdir.
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Önce hayata atıldım. Fakat bunu nasıl yaptığımı bir türlü anlayamadım. Bir durumdan başka bir duruma nasıl geçtiğimi zaten bir türlü kavrayamam. Mesela, karanlıktan sonra birden bire nasıl aydınlık olur albayım? Siz hiç görebildiniz mi?
Reklam
ALAMET 1-MISIR TARLALARI Varlığıyla boşluğu dolduramıyordu. Derin bir uğultu vardı kulaklarında. Sanki rüzgar ağaçların arasından geçerken onlarla kavga ediyor “Hızımı kesmeyin” Diyordu. Karanlık bir boşluktaydı. Düzenli ve sürekli bir şekilde kafasını bir yere çarpıyordu. Tak, tak, tak... Bazen üç dört saniye arayla, bazen de saniye
Öyleyse, belleğimizde düşlerimizi saklarsak, kesin anılar koleksiyonunu aşarsak, zamanın gecesinde yitip gitmiş ev karanlıktan çıkar, parça parça. Akışkan bir şeyler anılarımızı birbirine bağlar gibidir. Geçmişin bu akışkanlığında eriyip gitmişizdir. Rilke, bu erime içtenliğini tanır. Varlığın, yitirilmiş ev içindeki eriyişini anlatır bize: ‘’O garip evi daha sonra hiç görmedim. Çocukluk anılarımda yeniden bulduğum biçimiyle bir yapı değil; bütünüyle erimiş, içime dağılmış: Şurada bir oda, orada bir başka oda, buradaysa o iki odayı birbirine bağlamayan, içimde ayrı bir parça olarak kalmış koridor. İşte, içimde her şey böylesine dağınık; odalar, törensi ağırlıkla inen merdivenler, dar geçitler halinde yukarı döne döne çıkan, insanın karanlıkta, kanın damarlarda ilerlediği gibi ilerlediği daha başka merdivenler. ‘’
Kitabın ilk sayfaları okuru çekerse o kitap okunur.
ALAMET 1-MISIR TARLALARI Varlığıyla boşluğu dolduramıyordu. Derin bir uğultu vardı kulaklarında. Sanki rüzgar ağaçların arasından geçerken onlarla kavga ediyor “Hızımı kesmeyin” Diyordu. Karanlık bir boşluktaydı. Düzenli ve sürekli bir şekilde kafasını bir yere çarpıyordu. Tak, tak, tak... Bazen üç dört saniye arayla, bazen de saniye
ben de onların yaşındayken adam olmak hayata atılmak istiyordum. önce hayata atıldım. fakat bunu nasıl yaptığımı bir türlü anlayamadım. (bir durumdan başka bir duruma nasıl geçtiğimi zaten bir türlü kavrayamam. mesela karanlıktan sonra birdenbire nasıl aydınlık olur albayım? siz hiç görebildiniz mi?) herhalde bir süre hiç kımıldamadan beklemeliydim sonra hayata yavaş yavaş atılmalıydım. oysa bana birdenbire işte evlendin ya hayatını kazanıyorsun ya o halde hayata atıldın dediler.
Reklam
1.000 öğeden 21 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.