"Gittim Müzeyyen, şöyle bir dolaşıp geldim."
"Hoş geldin," diyor, benimle kafa buluyordu. İşi biliyordu.
Onunla, bunları konuşmuştuk. Dinlemiş dinlemiş, ben ellerimi ve bakışlarımı nereme sokacağımı düşünürken, el ense çekip, "Salak," demişti, "saçma adam." Beni bir güzel öpmüş, yoğurmuştu.
Beni her yoğuruşunda, sırtüstü yatıp karnını açan kedi yavruları gibi, teslim ve mest oluyordum. Birlikte tüy gibi havalanıyor, yükseliyor, oralardan ok gibi inip, zıpkın gibi saplanıyor, çapkın, şakacı, çocuk yunuslar gibi dibe iniyor, dipte yılanbalıklarına dönüşüp kıvrılıyor, sonra toprağı delip, köpüklü dalgalara bakan yamaçlarda rüzgara çıkıyor, yeşil ve taze, kendimize ve birbirimize dolanıp yükseliyor, dallanıyor, açıyor ve... ve tekrar ve tekrar, yaprak, polen, böcek olarak dökülüyorduk.
Döküldüğüm yerden yüzüne, gözlerine, ona ait herhangi bir ayrıntıya bakıyor, yeni bir rüzgarın yavaşça yelkenlerimi doldurmaya başladığını hissediyor ve " Ah, diyordum, ikimizden biri ölmeli."
Bunu bana söyleten neydi? "Çıt" mı?