...
Sevmek: Hasta anneyi, altın başlı yavruyu,
Baharı, yıldızları, göğü, güneşi, suyu...
Yürekten kopan ince bir ahı, sever gibi,
Sevmek...Toprağı sever, Allah'ı sever gibi!
Birbirimizi göremiyorduk; fakat, yıllarca mektuplaştık. Sonra... Birgün, esefle gördüm ki, artık mektuplaşmıyoruz. Ben "kızımın çiçeklerinin" bana dediklerini tuttum.
Fakat o, gönüllü erler gibi sınırdan sınıra koşarak ihtiyarlayan öğretmenini unuttu.
...Bilirsiniz öğretmenlik -özellikle ilkokul öğretmenliği- sonsuz tahammül, sonsuz feragat ve fedakarlık isteyen bir meslektir. Güzel, çirkin, temiz, kirli, zeki, aptal, uysal, inatçı kırk elli küçük yaramazla uğraşmak; bütün bu küçük kafaların karanlıklarına bir ışık tutmak zor, pek zor bir iştir; her kişinin kârı değildir. Ancak Tanrı'nın bu meslek için yaratmış olduğu kahramanlardır vardır ki, bütün bir gençliği, bütün bir ömrü bu yolda harcarlar, harcayabilirler.
Çocukları pek severim. Hayatta her insanın bir zaafı, bir iptilâsı vardır. Benim tek büyük zaafım da -Niçin itiraf etmemeli- çocuk sevgisidir. Ve bu aşk yüzünden ışık çevresinde dönen pervane misali öğretmenlik mesleğine tutulup kalışım bundandır.
Yalnız sevimli, terbiyeli, zeki ve çalışkan olanları değil, -Böylesini herkes sever- ben sevimsiz, somurtkan, haylaz hatta aptal çocukları da severim. Bana "Öğretmenim!" diyen ses, beni "Annem!" diye çağıran ses kadar sevgili ve kıymetlidir.