Jack Kerouac Kendini Anlatıyor
Ben hayatım boyunca pranga mahkûmiyetlerinden kaçan köksüz bir ağaç oldum. Ne durmayı ne de aynı yolu ileri geri kat etmeyi severim. Bana sorarsanız, gerçek yaşam hiç durmadan dosdoğru denize doğru gitmektir. Öyküler söylemek, öyküler dinlemek, öyküler yaşamak…
Benim öyküm de onlardan biri. Her zaman gizlice
Bütün zamanı ele geçirmek gibi sorumsuz bir arzunun esiriyim belkide...Kimbilir adını hiç bilmediğim suretine bakmaya cesareti olmayan zavallı bir ölümlü.Kabullenmek zor bu acizliği zira yaşarken aklımızda kalmayan tek şey aciz bir ölümlü olduğumuz...Bundandır mağrur,acımasız,sadakatsiz ve varmış gibi davrandığımız o histerik duygular...Ne denirse onu yaptığımız,tükenmeyi göze aldığımız o uçarı kıpırtılar.Sırf sol yanınız istiyor diye peşine gittiğiniz hissin adı ne kimse bilmiyor aslında kimine üç harf kimine yine üç harf...Terbiyesiz olamıyorsun bu gereksiz tahakkukun gereği oysa olabilsen içinden bir daha bir daha girmemek için çıkacak bu zehir...Zehir demişken noldu o seni küle döndüren neden?Bak o da yok artık,bu gece de Japonya'da sabah oldu.Senin sabahın güneşin ışıkları değil oysaki....Yastığında bıraktığın o tuzlu su kimsenin umurunda olmasa gerek!Sende herkes gibisin buna mazeret bulmaman gerek....Aklın bir köprücük kemiğinde ruhunda dalgalara karşı koyan bir gemi...Biliyordun gel-gitler doğanın emri...Hesap sormaya hakkın yoksa tüm suç o köprücük kemiği....YASEMİN BAŞ
Valmir bir sabah, güvenlik görevlisi olarak çalıştığı fabrikaya geç kalmamak için hazırlıklarını yapmak için girdiği banyo da ki ayna da kendini görünce tam bir dehşete düştü. Aklının karşı çıkmasına karşın aynada ki bedeni tamamen mavi renkteydi. Bunun bir rüya olduğunu ve birazdan uyanacağını kendine telkin etse de uyanık olduğunun bilincindeydi. Birden endişesi artmaya başladı, yirmi dokuz yıllık ömründe içeride muhtemelen kahvaltı sofrasına oturmuş olan ve ona hiç bir zaman şefkat göstermeyen babasına ne diyeceğinin düşüncesi ile karşılaşmamak adına hemen giyinip evden kendini sokağa attı. Bir yandan kendisine neyin dokunmuş olduğunu düşünerek en yakındaki hastaneye koşarcasına gitti...
İtiraf etmeliyim ki ilk defa bir kitaba yorum yazarken çok düşündüm. Kitap günümüz toplumunun, adı ne olursa olsun tüketim ve çılgınlık konusun da ki doyumsuzluğunu çok güzel bir biçim de önümüze sunuyor. Özellikle son bölümlerinden biri olan "Ders" başlıklı kısmı dünyamızda ki olayların dengesizliklerinin gerçeklerinin ne kadar da acı olduğunu hatırlatıyor. İnsanın ön yargılarına bakışınızı değiştirebilecek bu eseri kesinlikle okumanızı tavsiye ederim...
Gidersen,
Başlar içimdeki ülkede ayaklanmalar
Yüreğim
Özledikçe büyüyen aşkına örgütlenir
Her şehrimde seni yaşar kurtarılmış bölgem
Sokaklarıma taşır her gün adaletsiz bir düzene karşı yapılan eylemler
Meydanlarım, anıtlarım zamana haykırır
Kederim grev çadırları kurar
Sana akmak isteyen sesim ölüm orucunda
Şekerli suya konuşur
"Üniversiteli delikanli kolejli kıza bir voleybol maçında rastladı.Okul salonundaydı maç Tribünsüz,minik bir salon.. Seyircilerle, oyuncular arasında, sahanın çizgisi vardı sadece.. O kadar yakındılar..Delikanlı, bu tatlı, bu güzel, bu dünyalar şirini kızı ilk defa göruyordu takımda.. Hoşlandıgını, fena halde hoşlandıgını hissetti. Az sonra