Bu arada, kente indiği zaman, bir ayağı tarlada, bir ayağı maden kuyusunda olan yarı-köylünün, bir kolu pamuk tarlasında, bir kolu fabrikada olan yarı-proleterin, düzen içinde değerini, yerini bulamadığını belirten devrimci teoriye övgü, Ahmed Arif 'te vurgulanır: sevmenin kusursuz felsefesi, sisli bir dağın ardından ışır gibidir. Işır gibidir, çünkü kapitalistleşme yaygın bir biçimde uç vermiş, ve artık, "Çukurova / kundağımız, kefen bezimiz" dir ve Kastamonu 'nun ünlü Sepetçioğlu 'su bir kömür işçisidir, Urfa 'da Fransız 'a kurşun atan Urfalı Nazif mavzer değil, kürek tutmaktadır. Bu kürek, kendi avlusunda, kendi küçük tarlasındaki kürek değil, kör boğaz nafaka uğruna, halden düşmüş tebdil gezen can pazarındaki kürektir, yani ücretli işçidir artık. O geçmişin ayaklanan adamı, düşmana silah çeken adamı, ücretli işçi olmakla birlikte, henüz büyük sanayi işçisi değil, pamuk işçisidir, kömür işçisidir. Çünkü birkaç işletme dışında, işçi sınıfı, kendi sınıfının kurtuluşunun, kendi sınıfıyla insanlığın kurtuluşunun savaşımını başlatacak bir güçte değildir henüz. Ahmed Arif, teoriyi kendi toplumunun gerçeğiyle uzlaştırdığı içindir ki, onda, toplumun ilerici ve devrimci öğeleri, çeşitli kesimleriyle yansır, ama olduğu kadarıyla, o gün olduğu gibi.
“Rahmetli Necati ile beraber Kastamonu İstiklâl Mahkemesinde bulunan dostum Nebizade Hamdi'den dinlemiştim. Binlerce kandırılmış, fesatlanmış kaçak toplayıp cepheye sürmüşler: - Yalnız bir kişi idam ettik, o da onuncu defa kaçtığı için... demişti.”
Sayfa 401 - PozitifKitabı okudu
Reklam
Kastamonu'da İstiklal Mahkemesi bir adamı gözümün önünde on beş yıla mahkum etti. Adamın kılıf kıyafetine bakarsan yarı kasabalı, yarı köylü. Rakı çekmiş imbikten. Anadolu'da içki yasağı var. Ankara'ya gittiğimin ertesi akşamı benim teyzeoğlu bir ziyafet verdi mebus arkadaşlarına. Sofraya rakı şişeleri gelince sordum (mahsustan, inadıma değil öyle ağzımdan çıkıverdi): -Rakı yasak değil mi? Birini Kastamonu'da on beş yıla mahkum ettiler rakı çekmiş diye. Teyzeoğlum güldü: -O yasak bize göre değil. -Peki ama kanun? -Kanunu herkese tatbik edersek, yandı ortalık.
Sayfa 53 - Yapı Kredi YayınlarıKitabı okudu
“Bir hayli sonra, meselâ İzmir gibi aydın çevreler varken, ilk şapkayı niçin Kastamonu taassubu içinde giydiğini Mustafa Kemal' den sormuştum. Şu cevabı verdi: - İzmir tarafı halkı beni birçok defa gördü. Eğer orada şapka giysem, bana değil, şapkama bakarlardı. Beni ilk defa görenler ise şapkamla olduğu gibi kabul ettiler.”
Said-i Nursi üzerine
Ayrıca bununla kalmaz, kendisine vahiy geldiği iddiasında bulunur. Oysa vahiy Hz. Muhammed’le birlikte İslam inanışına göre son bulmuştur. Başka hiç kimseye vahiy gelmez, peygamberlik verilmez. Hiç kimse İslam’ın dışında, İslam’ın ötesinde bir din oluşturamaz. Oluşturur ise bu sapkınlıktır. Said-i Nursi diyor ki: “Birden bir ihtar-ı gaybi gibi kalbime denildi: İmam-ı Ali (Radıyallahüanhü) Risale-i Nur ile çok meşguldür.” (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, sayfa 111.) Yani Sikke-i Tasdik-i Gaybi adlı eserinin 111’nci sayfası. Yani Hz. Ali, Risale-i Nur okumakla çok meşgulmüş. Düşünebiliyor musunuz, 1400 sene önce ölmüş Hz. Ali, Said-i Nursi’nin kitaplarını okuyor ve de çok da meşgul o kitapları okumakla. Kalbine böyle ihtar ediliyor. “Birden bir ihtar-ı gaybi gibi kalbime denildi ki.” Ya!.. “Hatırıma geldi ve manen denildi ki” yine Sikke-i Tasdik-i Gaybi sayfa 177, “Kalbime denildi ki” (Kastamonu Lahikası sayfa 26. Gelen cevap). “Manevi Canip’ten geldi. Bana denildi ki” (yani manevi Canip’ten geliyor. – N. Ankut) “Bana denildi ki” (Kastamonu Lahikası sayfa 20). “Birden bir ihtarı gaybiyle kat’i kanaat verecek bir surette kalbime denildi ki” (Kastamonu Lahikası sayfa 26). “Vahiy olan Allah benim kalbimin imdadına yetişti manen denildi ki” (Kastamonu Lahikası sayfa 220).
Sayfa 169 - Derleniş YayınlarıKitabı okudu
Vahiy geldiği iddiası
“Birden bir ihtar-ı gaybi gibi kalbime denildi ki: kardeşlerim bugünlerde biri Risale-i Nur talebelerine diğeri bana ait iki mesele ihtar edildi.”
Sayfa 16
1,000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.