Beğenerek okuduğum kitaplardan biri oldu. Zaten Agora Kitaplığı böyle güzel meyve vermiştir hep. Detaylı bir incelemeyi hak etse de buna muktedir olduğumu sanmıyorum. Sevdiğim yazarın da dediği gibi, "ve ayna çatladı." Aslında ortada bir ayna yok, erilliğin sanrısal narsistik pozu mevcuttu. Yıkıldı, yıkılıyor, yıkılacak. Ama feminist film teorisindeki ufak da olsa bulunan heteroseksüel tarafgirliğe, yine teorik ekseriyetinde auter ve/veya yapısökümcü yaklaşımla nahif ve fakat yıkıcı bir darbe de inmiyor değil sayın yazarın güçlü kaleminden.
Üçüncül dönemin kabul gören kuşağında, kadın hareketinin nağmesi elbette sinemaya da yansıyor. Feminist sinema, kabaca falliğin pek umrumda olmayan ve de sıkıcı iktidarını da irdeliyor. Ancak yazar sadece derinlemesine kadın meselesini irdelemiyor, ayrıca bunun ırksal boyutuna da kamerasını çeviriyor.
Benim sinematografik sancıma ne yazık ki o da merhem olmuyor. Dilerdim ki, sinematografik uzamı daha kuvvetli eserlere yersin ama seçtiği eserlerin de pek âlâ eserler olduğunu söylemek yerinde olur.
Ve ayrıca yazarın kitabında değindiği ressam filmi pek sevdiğim filmlerden(adını okuyunca bulursunuz), orada ressamın nü çizimleri, ve çizim esnasında modelin rızayen teşhire kendini açması, bu kısımlarda söylediklerine ben de birebir katılıyorum. Bu ülkede nü çizmek ya sapıklık ya da kadına karşı bir hareket olarak algılanıyor bazen, bu sıkıcı algının kırılacağı zamanı görür müyüm hiç bilmiyorum ama umarım fazla uzamaz o süreç. Ve umarım daha iyicil, daha dişil ve daha insani yeni uyanışlar olur yeni film açılışlarında.
Kişisel düşünce köşesi - 4 (Yaşanan nadir günlerden)
Bugün saygıdeğer
Fahri Tuna ile okulumuz etkinliğinde tanıştım. İmzasını aldığım ilk portre yazarı...
Yumuşak yüreği, güçlü ve anlaşılır hitabeti, anlatımında öne çıkan vefa anlayışı, inceliğiyle ve naifliğiyle adeta gönülden fethediyor insanı. O gelmeden bir hafta önce
Yaşa'yan Portreler kitabını okudum ve kitabın portre eseri olmasına rağmen, apayrı ve
Bu kitap final ödevlerimden birisi olarak verildi bana. Bir seyahat kitabı okumam gerektiği için hocamın pdflerine yazdığı kitaplardan birini seçtim çok uğraşmayarak. Bazen en güzel şeyler spontene gelişirmiş lafına çok güzel uydu bu kitapla ilişkim.
Mîna Urgan ile bu kitabı sayesinde tanışmış oldum. Açıkçası biraz üzülüyorum daha önce karşıma çıkmadığı için. Okuyan herkeste olur mu bilmem ama ben yazarı kendimle o kadar bağdaştırdım ki, anlattığı her yeri ben gezmiş gibiyim şuan.
Yazar yaşadığı her şeyi eğlenceli bir şekilde aktarmış. Yer yer değişik konular hakkında fikirlerini de belirtmiş-ki ben kocaman bir kısmına canı gönülden katılıyorum. Kitabın önsözünden bile bir cümlenin altını çizdim ve yine sonsözünden de son cümlesinin altını çizdim. Gözüm de doldu, gördüğüm en güzel vedalardan biriydi.
Mîna Urgan'a seyahatlerini, anılarını bu kadar zarif ve güzel bir şekilde bizinle paylaştığı için, hocama da böyle güzel bir kitapla tanışmamı sağladığı için teşekkür ediyorum.
İyi okumalar.
Albert Einstein'a katılıyorum. Hayır, izafiyet teorisi konusunda değil. O konuda istesem de katılamam zaten. E, m, c harfleri herhangi bir denklem içinde bana bir anlam ifade etmiyor çünkü.
Ama insan aptallığının sınırsızlığı konusunda sonuna kadar katılıyorum. Eminim Albert Einstein da çok mutlu olurdu onunla aynı fikirde olduğumu bilse.
Her an daha aptal olamaz bu insanlar dedikçe kişisel gelişim kitapları okuyup kişisel gelişmediği halde etrafa ahkam kesen insanları görünce içimden "iyi ki zaman göreceli bir kavram" diyorum. Niyeyse artık.
Hem elde etmek için çok uğraştığım hem de büyük bir heyecanla okuduğum bir kitap olduğu için yeri bende ayrı oldu Güneş Çavması'nın. Roman Handan' ın yaşadığı bir travma yüzünden şehir değiştirmesiyle başlıyor aslında. Bu yolculuğunda ona eşlik eden, yeni tanıştığı insanları ve hepsinin hikayesini okuyoruz. Travma kitabın başlarında olsa
Akıl ile imanın, din ile bilimin uzlaştığı savlarına karşı inanmanın, imanın bir “düşünme” etkinliği bir “düşünme” özgürlüğü olmadığı görüşümü bugün de koruyorum