Bir zorlukla, özellikle de başkalarının gözü önünde yaşanan bir zorlukla (şüpheli bir duruma düşmek, skandallar, kayıplar)
karşılaştığımızda, dostumuz ego gerçek yüzünü gösterir.
Geçmiş dendi mi en çok manzaralar kalırdı akılda. Bir de acılar. Yaralar. İhanetler. Kayıplar. Gidenler. Verilip tutulmayan sözler. Yalanlar. Yalancılar.
Bir kadının yüzündeki gülümseyişi unutmak, güneşin buruşması gibi bir şeydi. Yaz sıcağı gibi varlığını duyuran ama kendi görülmeyen bir güneş; bu güneşle yaşamak, bu güneşin kendisi yokmuş ama sıcağı varmış gibi yaşamak... Duvarlara vuran ürkek gölgelerine bakarak varlıklarına inanmak... Saklı kayıplar gibi aramızda ama görünmeden yaşamak zorunda bırakılmış kadınların yokluklarıyla yoksullaştırdığı bu dünya, bu ıssızlık canını acıtıyor, etine batıyor. Belki de bu yüzden etinin çürüdüğünü hissediyor, belki de bu yüzden gövdesini aşıp gitmek istiyor. Bu da bir gurbet. Gurbetin birçok çeşidi olduğunu unutmuştu...