Sevgili Gregor Samsa;
Sen bize hayatta önemsediğimiz, tribe girdiğimiz şeylerin ne kadar boş olduğunu anlatırken bile önemseyen birisiydin. Şimdi ruhunu teslim etmiş orada öylece yatarken bana da gördüğüm tüm böcekleri sana benzetme alışkanlığını kattın. Her böcek gördüğüm zaman dertlerimin saçmalığına bir kere daha gülümseyip sonra tekrar dertlerimi düşünüyorum. Umarım ben saçma salak şeyleri dert etmem, sen de tekrar uyanırsan eğer karşılıklı konuşma imkanı buluruz. Neyse ben uçuşa gidiyorum. Umarım kazasız belasız bir uçuş olur, görüşmek üzere. 👋
“Asık suratlı, kasları hala yorgun insanlar, ürkütülmüş hamam böcekleri gibi dışarı fırlardı külrengi evlerden… Asık suratlı, kara bacalar, mahallenin üstüne kaldırılmış kalın sopalar gibi gökyüzüne doğru yükselirdi… Akşam olup da batan güneşin kızıl ışınları pencere camlarını tutuşturunca, fabrikanın taş karnı kusmuk gibi dışarı atardı öğüttüğü
O evden sağ salim çıkabildik. Sonra o şehirden kazasız belasız başka bir şehre ulaştık.
Ölüm şakağımızı sıyıran kurşun gibiydi.
Ve Maraş depreminde imtihanı en kolay olan bizdik.
Orada yaşanan vahşet. İnsanların çaresizliği. Ve kimsesizliği..
Dua etmek, ağlamak dışında elimizden bir şey gelmiyor.
Maraş Dulkadiroğlu'nda yaşanılacak bina kalmadı daha ilk depremde. Kaldığımız bina 4 katlıydı. O cadde komple 4 katlıydı. Belki hiç birisi yıkılmadı ilk depremde ama hiçbirisi kullanılacak halde değil. Sonrasında Maraşı arkamızda bırakınca ikinci büyük deprem oldu.
Tarifsiz bir şey.. Bu saatten sonra Maraşta, Hatay'da, Adıyaman'da... o yaralar ne kadar sarılır bilmem ama saracak tek güç. Somununu ortadan bölmek..
Âdem’in hikayesini hatırlayan herkes, her şey kendi başından geçmiş gibi olur. Kendi hikâyesini okur.
Ben?
Benden önce seçilmiş bir yolun yolcusu olarak geldim bu dünyaya ben. Bana sorulmadı. Ama sorulsaydı ben de seçerdim. Açık itiraf işte, yasak meyveyi, unutarak ve hatırlayarak ben de yerdim.
Hangimiz balçık bedeni yaratılmışların en üstünü kılacak olan kutsal nefese, özgür iradeye hayır, derdik?
Hangimiz insan olmanın şerefli bilincine, kansız olaysız bir masumluk halini tercih ederdik?
Hangimiz bir dünya yolculuğunun onurlu yorgunluğuna, kazasız belasız cennet yaşamının bilgisizliğini yeğlerdik?
Bilmemenin güvencesini hangimiz neylerdik?
Bildiğini bilmeyen bilgisini ne yapsın? Sen biliyordun ben bilmiyordum., buna kim dayanabilir?
Demem o ki, dağların taşların taşımaya takat yediremediği teklifi hangimiz reddederdik?
Ödülle cezayı hangimiz ayırt edebilirdik?
Yasak meyveyi hangimiz yemezdik?
Böyle ağır sınanmasa Âdem kendisini nereden bilecekti? Geçici yanılgısının sebebi olan şey, onun sahiplenilmesine de neden olan şeydir. Ve böyle sahipleniliş için insan olan gözden düşmeyi, sürgün edilmeyi, her bir şeyi göze alabilir.
Rastgele dolaşmaya başladığım bir sahafın göz gezdirdiğim ilk rafında karşıma çıktı bu kitap. Ülkece çok sorunlu günler yaşarken, büyük felaketler atlatmaya çalışırken kitabın ismi ve yazarı oldukça dikkatimi çekti. Genellikle okuyucu kitabı seçer fakat bu kez kitabın okuyucuyu seçtiğini düşünüyorum. Bu nedenle çok özel bir kitap oldu benim için.
TEMMUZ AYI ETKİNLİĞİ SONA ERDi
Son gün gelen iki hikayeyi de ekleyip sone erdirdik bu ayın etkinliğini. Deneysel dedik - 11 adet müzik parçası verdik- 10'unu kullandınız. Moğollar arkanızdan ağladı ama olsun. Ben de bulamadım ona yazacak bir şey:) Ağustos ayının etkinliğini erkenden paylaştık sabırsızlıktan. Ama güzel geçti temmuz da. Katılan
AĞUSTOS Ayı etkinliği sona ermiştir..Hikaye/denemeler #32148039 iletisinde paylaşılmıştır.
---------------------------
Temmuz Etkinliği de kazasız belasız sona ermek üzere, sayı olarak diğerlerine yaklaşsak da katılımcı olarak daha azaldık haliyle- yaz rehaveti, etkinliğin deneyselliği, zaten baştan beri