Soluk cidâra asılmış, durur garîk-i melâl
O çehreler ki uyur gözlerinde eski hayâl...
O eski hücreye benzer ki ömrümün kederi
Çekilmiş ufk-ı tesellîye karşı perdeleri...
Ah, canım sevgilim! Umutlarımın
Ve tutkularımın ilk hülyalarını
Adadığım ve sevdiğim kadın,
Benim bağışlar mısın hatıralarımı,
Günahlarımı, eğlencelerini gençlik günlerimin,
Senin ailenin, dır dır eden kuralcı annenin
Önünde, gizli endişelerle üzüp de seni,
Masum güzellikleri öğrettiğim geceleri?
Öğrettim ben itaatkâr ele
Kederli ayrılığı boşa çıkarmayı
Ve uykusuzluğun çocukluk işkencesine,
Ve durağan saatlere neşe katmayı...
Ne var ki gençliğini yitirdin sen,
Solgun dudaklarından kaybolmuş gülümsemen,
En parlak çağında silinmiş güzelliğin...
Ah, beni bağışlayacak mısın sevgilim?
"Mahzun gönül! Sükût et! Güneş bulutların arasında da ışık saçar; şikâyeti bırak! Senin bahtın da herkesin bahtı gibidir: Her hayatta fırtına saatleri, kederli, karanlık günler olmak gerek!"
Zor zamanlardan önce başladığım ve zor zamanlarda, uykusuz gecelerde, korkularla ve hayatın acılarıyla yüzleşirsen okuduğum bir eserdi İki şehrin hikayesi. Dünyanın en çok okunan eseri olması tesadüf değilmiş.
Kitapta bir yerde “Sevdiğin bir ömrün olsun…” diyor yazar. Kendi adıma umudum az ama bundan sonra sevdiğimiz bir ömrümüz olur inşallah.
Mahzun gönül! Sükût et! Güneş bulutların arasında da neşr-i envâr eder; şikayeti bırak! Senin bahtın da herkesin bahtı gibidir. Her hayatta fırtına saatleri, kederli, muzlim günler olmak gerek.