Yıllar boyunca dünyada tek başına dolaşmaya ve sevdiği, tanıştığı herkesin onu unutup ölmesini izlemeye mahkum bir kız ve ona bu laneti bahş eden bir şeytan.
< And when she does look up, her gaze always goes to the edge of town.
"A dreamer,"
scorns her mother.
"A dreamer,"
mourns her father.
"A dreamer," warns
"İçimdeki ışığı nasıl söndürmüşsünüz ki eğlenmeyi bile haram saymışım kendime. Yazık gerçekten çok yazık. Şimdi geçmişe gidip o küçük kız çocuğuna sıkı sıkı sarılıp destek olmak isterdim. Sarıp sarmalamak isterdim."
Sanırım biz insanların gözden kaçırdığı ve en zaaf nokta kendi benliğimizdi.
Kendimizi tanıyamadan bir başka insanı tanımaya çalışmak, hayatımızın merkezine koymaya çalışmak yaptığımız en şiddetli yanlıştı. İnsanız ya sayısız duyguları hissedebiliyoruz elbette ama işin en önemli noktası duyguları yönetebilmektir. Duyguları bir gemi olarak, kaptanı da kendimiz olarak düşündüğümüzde aslında taşlar yerine oturmaya başlıyor. Şöyle ki duygular ağır yüklü bir gemiyken o küçücük direksiyonla istediğimiz kıyılara varmak bizim elimizde. Bu ne kadar mucizevi bir şeydir! Ama gelgelelim ki o direksiyonu küçücük bir yanlış yöne çevirmek hayatımızın tümünü olumsuzluklara yol açabiliyor. Hiç istemediğimiz kıyılarda kendimizi bulabiliriz. Bu da demek oluyor ki duyguları yönetmek bizim elimizde ve en ufak bodoslama da kendi ellerimizle hayatımızı zindan edebiliriz. Yapmamız gerekenler şunlardır benim nezdimde
Öncelik olarak mantıklı bir şekilde kendimizi tanıyabilmek, neyi istediğimizi bilmek, ve kendimizi nerede görmek..
Ve sonrasında da kavuşmak istediğimiz kıyılara yelken açmak.
Her şeyden uzaklaştı kendi içinde kendinden bile hatta
Ölmek ve yaşamak arasındaki ince çizgide
Yaşamak istemiyor
Ölmekten korkuyor
28.08.22 günlüğümden başı eksik paragraf...
Yastığım nemli benim gözlerim kuru. Kocaman bir boşluğun içinde kıvranırken yakalandım bu acıya. Huzursuzluk mu demeliyim öfke mi? Kendimi ifade edecek kalıplar bulamıyorum, duygularım yalnız beni kemiriyor. İçimi doldurdum boşaltmak kolay değil, içimi yalnızca ben doldurmadım ama... Geceyi gündüze uğurlarken gündüz geceye kaçıyor, değişen hiçbir şey yok. Yeryüzü keder kusuyor gökyüzü ise izlemeyi seçiyor sadece . Ben gökyüzüne de kızıyorum. Nasıl böyle bakabiliyor tek bir damla düşürmeden, nasıl soğuk kalabiliyor ! Bizi yeryüzüne terk etmek tanrılara ve gökyüzüne verilmiş bir görev mi ?
Günlüğümden taşan bu yazıyı kendi yalnızlığımı azaltacağını düşünerek sizinle paylaşmak istedim.
İçime atarak biriktirdiğim, birikimlerim sonucu oluşturduğum ütopik dünyamdan yazıyorum.Burası gerçek hayat kadar mutlu değil.Fakat gerçek hayattan daha gerçek.Üzüntüler samimi burada.Anlayışlar normal karşılanıyor ve normalin tanımı yok burada.Normal olarak adlandırdığımız olay ve durumlarla karşılaşınca daha az üzülmüyoruz. Empati kurmak imkansız burada, yerine koymuyorsun kendini çünkü,sen o oluyorsun ya da onlar.Hayat burada bazen küçük iskenderden izler taşıyor. Cesursun.Ama bir o kadar da pes ediyor olma halin var.Bıkkınlık ve yorgunluk var burada.Çok kalabalık olduğunu da söylemeden geçemem.Kimler kimler burada bir bilseniz.Arkadaş Zekai de burada.Haksızlığın sona ermesini beklerken şiirler yazıyor yine.Evet hâlâ 25 yaşında ve Zeki Müren'i seveceğinize inancı tam.Burası öyle bir dünya ki,anneler asla ölmez burada. Sevmek,sevilmek asla tükenmiyor.Herkesin kapısında umut ağacı var suluyor ve büyütüyoruz.Beklemeye devam ediyoruz sonra varlığımızı kanıtlamaya ses olmaya devam ediyoruz.
Günlüğümden taşan bu yazıyı kendi yalnızlığımı azaltacağını düşünerek sizinle paylaşmak istedim.
Nuh tufanıyla insanoğluna ikinci bir hayat sunuldu, şahit olduğumuz çağ ve çağdaşlık adı altında görüyoruz ki; insanoğlu yine Nuh'tan öncesinin, insanın bozulmuş hâline âdeta koşar adım gidiyor. Bu kez 2. bir gemi yok, herkes kendi gemisinin (ailesinin, doğru bir hayatın, imanının) kaptanı olmak zorunda.✍️
Fırsatlar, menfaatlar karşısında çöken ahlâk ve insanlık...
Mal, mülk sahipleri; malınızı kiraladığınız insanlarda sizin gibi bir can ve sorumluluk taşıyor, kira bedelleri için 12 aydan sonra kontratın bitiş tarihi olan, yeni ayın Tüfe açıklmasına uyunuz, nefsinize değil. Bu enflasyon sadece sizi eziyor gibi bahane etmeyin, milletçe hepimiz bu enflayon devinin altında ezilmekteyiz, bahanelere sığınarak vicdanınızı köreltmeyin, hakkaniyetli olun, unutmayın ki; bugün zirvedesiniz ama yarın diplerde olabilirsiniz. İşte o vakit bahaneleriniz Allah tarafından imtihanınız olduğunda, yine size yardım edecek Allah'tan başka kim olabilecek? Dediğim gibi bu enflasyon devinin altında tuzu kuru olmayan herkes ezilmekte. Hayatı kendi ellerinizle daha çekilmez kılmayın.
Günlüğümden:
Tagore’un Gitanjali’sini okudum. Daha önce de okumuş olabilirim, metinler tanıdık geliyor ama okuduysam ne zaman okudum hatırlamıyorum. Bu okuduğum Cahit Koytak çeviriymiş. Birçok çevirisi var kitabın. Not aldığım parçalar oldu epey. Bike’ye “Cahit Koytak epey etkilenmiş sanırım, üslubu çok benziyor,” dedim, sonra “ya da kendi üslubunu yansıtmış,” diye devam ettim. Bike “Ya Cahit Koytak Tagore’dan etkilenmiş ya Tagore Cahit Koytak’tan,” dedi gülerek. Bu ikincisi olamayacağı için yargı cümlemizi şöyle toparladık: Ya Cahit Koytak Tagore’dan etkilenmiş ya da Tagore’un metni Cahit Koytak’tan.
Dua gibi okudum çoğu şiiri, “alçak sesle ve divanece”. Bazı parçaları okuyup derin bir nefes alırken amin demekten alıkoyamadım kendimi.
Alıntıları buraya yazmayacağım, bir kere deftere yazdım zaten ama bir şeyi not etmek istiyorum. XXIX. şiiri eğer bir gün “Müstear Yaşamak”ı tekrar çalışacak olursam kitaba epigraf yapabilirim. Elbette unutmazsam, aklıma gelirse. Belki aklıma gelmesine yararı olur diye yazıyorum bu notu zaten. Böyle bir şey yapacak olursam bütün çevirilerine bakıp en sevdiğimi almalıyım, bu da önemli. O metin şöyle başlıyor:
“İsmimle hapsetmiş olduğum kişiliğim,
Ağlayıp duruyor bu hapishanede.”