Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Hoşgeldin
Ayların sultânı Ramazan ufukta göründü, birazdan her birimizin kapısını çalacak. Onu evimize ve öz-evimiz olan kalbimize buyur edip etmemek, onu güzel bir misafir gibi ağırlama yahut kapıda koyma imtihanı üzerimizde. Şu geride bıraktığımız 4 ay, belki de yüzyıldır ilk defa tüm insanlığın bu derece aciz hissettiği bir dönem oldu. Sağlığımız, zenginliğimiz, övündüğümüz meslek ve makamlarımızın bahşedilen, izin verilen nimetler değil de kendi ellerimizle meydana getirdiğimiz şeyler olduğu zannına dalmıştık belki. Ayetin dediği gibi: "Gerçek şu ki, insan ne zaman kendisini yeterli görse (kimseye muhtaç olmadığını zannetse) fütursuzca azar (kendini tanrılaştırır)." Kendine zorla boyun eğdirmeye kudreti olan ancak bizlere seçim hakkı tanıyan Allah, adını ve sıfatlarını unutayazan, dünya işlerinde adını anmaktan imtina eden insanlığa gözün görmediği bir mikrobun adını zikrettiriyor aylardır. Bir hastamın ilk duyduğumdan beri zihnimden çıkmayan ve her anımsadığımda tüylerimi diken diken eden, trajedi ustası Shakespeare'e kalemini kırdıracak şu satırlarına buyurun: "Oysa ben... Nuh dedim. Peygamberdir dedim. Tufandan önce yola geldim. Gemiye alınacağımı sanmıştım." ... Bugün dahi Nuh'un gemisinin kapıları her gelene açıktır, soru şu ki yağmur başladığında gemiye yetişebilecek bir mesafede mi yaşıyoruz? Rahmetin eteklerinden ayrılmama ve hayırla bayrama erişme duasıyla...
Analarımıza Freud gibi, çocuğumuza Erikson gibi, aklımıza Kant gibi, dilimize Wittgeistein gibi, aynaya Lacan gibi, dünyaya Chomsky gibi bakmak zorunda değiliz... Ne var ki Chuck Palahniuk'un Dovüş Kulübü'nde kavgaya zerk edildik... Kılıcımızı, kendi boyutlarımızın tamamı göz önünde bulundurularak verilmiş kadim yanıtımızla keskinleştirmedikçe de vahşi beşerlerin istilasından kendimizi kurtaramayacağız. Hurma ağacımızın kökünü Sibirya'dan kadim topraklara taşımak, evimize, kalbimize, şarkımıza, kendimize, hasılı kelamımıza ve yanıtımıza dönmek için elzemdir.”
Reklam
Kafka'nın derdine, Sartre'ın bulantısına, Camus'nün yabancısına, Nietzsche'nin delisine, Hobbes'un kurt beşerine evrilmek bizim yanıtımızın neticeleri değildir... Coca Cola'nın şekerinde, McDonalds'ın küresel tadında, modaların acımasızlığında, televizyon ekranlarının eblehleştiriciliğinde eriyecek kadar aciz değiliz... Bizler tıkınmayız, yemek yeriz; çiftleşmeyiz, evleniriz; yaşamı metafizikleştirerek bir hayat inşa ederiz. * Analarımıza Freud gibi, çocuğumuza Erikson gibi, aklımıza Kant gibi, dilimize Wittgenstein gibi, aynaya Lacan gibi, dünyaya Chomsky gibi bakmak zorunda değiliz... Ne var ki Chuck Palahniuk'un Dövüş Kulübü'nde kavgaya zerk edildik... Kılıcımızı, kendi boyutlarımızın tamamı göz önünde bulundurularak verilmiş kadim yanıtımızla keskinleştirmedikçe de vahşi beşerlerin istilasından kendimizi kurtaramayacağız. Hurma ağacımızın kökünü Sibirya'dan kadim topraklara taşımak; evimize, kalbimize, şarkımıza, kendimize, hasılı kelâmımıza ve yanıtımıza dönmek için elzemdir.