…Güneş bile gözlerimden içeriye girince, kendimden daha büyük bir karanlık denizine düşmüş gibi derhal sönüyor ve içimin rengini alıyordu.
Aşk bana seni kendimden bile korumayı öğretti.
Sayfa 135 - Olympia YayınlarıKitabı okudu
Reklam
“Hayatı anlayamamak kadınları anlayamadığını söyleyen adamın sözü kadar perişan bir ifade gelir bana. Be nabekâr, kadını anlayıp da ne yapacaksın, yapacağın değişecek mi? Peki hayatı ne yapacaktım? Onu anlayayım diye psikanaliz mi öğrenecektim, Jung’ları, Laing’leri okuyup şizofreni yolculuklarına mı çıkacaktım, şeyhleri ayrı, doktorları ayrı mı etekleyecektim, kendimle ilgili hem de bu dünyama ait bir söz söyleyecekler diye kulak mı kabartacaktım? Söz doğru olsa zaten kaçardım, yalan olsa bayılır tekrarını duyayım diye yapışırdım da bunun neye faydası olurdu? Zavallı Reich gibi dolaplar yapıp içine mi girseydim, o pos bıyıklı filozof gibi coşkunluk seline mi kapılsaydım, ikinci benlik, birinci benlik öndeki, arkadaki, birincinin sesi, ikincinin ayak sesi diye huzursuzluk ve yetersizlikten tuhaf ama kibirli bir dünya mı inşa etseydim, kibrimin nedenini anlatacağım diye canım mı çıksaydı, birinin ruhu az öteye kıpırdayabilsin diye elli sene gırnata mı çalsaydım, zaten öbür dünyada göreceğim cini, mekiri, meleği göreceğim diye gece üçlerde kalkıp namaza mı dursaydım, avizeler sallanıyor, başım secdeden bir saatten evvel doğrulamıyor diye sonra kime anlatsaydım, arabayla on iki saatlik yolu kendimden geçerek iki saatte almış olsam bile varacağım yere on saat evvelden gelip de ne yapsaydım?” Şule Gürbüz
Çocukluk travması
Sigarayı bırakamıyorum, bağımlıyım, çok denedim ama olmuyor, imkansız vs. diyenler bana hikaye anlatmayın. Sigara bağımlılığı da bir şey mi? Siz hiç emzik bağımlısı oldunuz mu? Üstelik bu bağımlılığınızdan cebren ve hile ile koparıldınız mı? Füsun Genç… Ben bir bağımlıydım. Emzik bağımlısı… Tam beş yıl, dört ay, 23 gün emdim. Hayatımın en acı ve
"Ama anlatmasan bile, seni tanıyorum, hem de kendimden çok daha iyi"
"Biz harabı tahripte bile üstadız, mamuru tahripte neyiz? Kıyas buyurun!" Çokça kitabını okuduğum Sabahattin Ali'nin Sırça Köşk'ünü okuma fırsatı buldum. Kitapta Anadolu'nun derdi, hastanın doktor bulamayışı, sokaktaki serseri çocuğu, garibanın eline düşmüş güzel bir köyü ve daha birçok şeyi okuduk. Sabahattin Ali'nin kalemini zaten severdim ama okuduğum ilk öykülerinde bir süre hep türkü, türk doktorunu haklı olarak eleştirisini okuduktan sonra bir an onun objektif bakmadığını ve yabancı milleti yüceleştirdiğini düşündüm. İlk hikayelerde bu böyle çok keskin değildi ki çoğu zaman karşı taraf haklı bulunabilecek gibiydi ama bu düşünce yapısı Çirkince öyküsünde kendini hissettirdi. Öyküde bir zamanlar Rum köyü olan cirkincenin Türklerin eline geçince eski halinden eser kalmadığı anlatılıyordu. Oradaki baş karakter çocukluğunda pek beğendiği köyü büyüdüğünde anılarındaki gibi bulamayınca köyün eskiden tek Türk olan kahvecisine rast geldiğinde şunu söyler: Hep böyle mi olacak? Elimize geçen her şey bu hale mi gelecek? Böyle bir sitemden sonra 'işte' dedim. Gerçekten Sabahattin Ali böyle düşünüyor derken kahveci sözü devraldı ve bu yazarın asıl düşünceleri bu adamın ağzından döküldü. Aslında bizim elimize geçen bir şey yoktu. Ele geçiren yine yukarıdakiler olmuştu. Bu yüzden mahveden biz değil yine yukarıdakilerdi. İşte bu yüzden bir süre kendimden utandım. Neyse daha da uzatıp keyfinizi kaçırmak istemem ama Sırça Köşk de yazarın diğer kitapları gibi akılda kalacak cinsten.
Sayfa 110Kitabı okudu
Reklam
1.000 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.