Osmanlı'nın Dîvan şiirine bakın, ne Fuzulî'de, ne Bâkî'de, ne Nailî'de, ne de en keskin harfendaz Nedîm'de özel kadın adları vardır! Neden olmadığını bir kez düşünelim: Bunun softaca bir bağnazlıktan ileri geldiğini söylemek yanlış olur. Osmanlı şairleri ölçüsünde zendost olanları azdır. Bir şiirinde,
Saf iken âyine-i endâmdan sinem diriğ
Alamam bir kerrecik âguşe ser-tâ-pa seni
diyebilen Nedim'in, sevdiği kadının adını duyurmaktan kaçındığını sanmam. Olsa olsa, Osmanlı'nın saygısı, şairi sevgilinin adını açıklamaktan alıkoyan o 'haddeden geçmiş nezâket'idir, diyorum. Bu nezâket, Yahya Kemal'de:
'Cânan aramızda bir adındı
Şirin gibi hüsn-ü âna ünvân'
inceliğiyle dile gelir.
Dilimizde, Türkçede, kadın (ya da, erkek) sadakatsizliği, -ki bu, son derece önemli, 'ihanet' sözcüğüyle nitelenir. 'Karım beni aldattı' tümcesiyle 'karım bana ihanet etti' tümcesi eşanlamlıdır. Neden böyledir bu? Neden 'sadakatsizlik', ya da 'aldatmak', 'ihanet' ile eşanlamlı oluyor? 'İhanet', Türkçede yaygın biçimde iki kullanım alanı bulur: Birincisi, 'vatana ihanet', ikincisi 'kocaya (ya da karıya) ihanet!' Eşlerin birbirlerine karşı sadakatsizliklerinin, insanın yurduna ihanet etmesi ölçüsünde vahim ve bağışlanamaz bir suç olduğu anlamına mı geliyor bu? Öyle olmalı; çünkü İslâm'da yurda ihanetin de, eş'e ihanetin de cezası ölümdür! Recm (taşa tutarak öldürme)!
Wittgenstein, Tractatus'u anlamlı- ve elbette gizemli bir cümleyle nasıl bitiriyordu:
'Üzerinde konuşulamayanlar hakkında susmak gerekir.'
Ben de öyle yapıyorum...