Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
İnsanın zorunlu olarak kötü olmadığını, ama büyüme ve gelişmesi için uygun koşullar sağlanmazsa kötüleştiğini göstermiştik. Kötünün kendine özgü bağımsız bir varoluşu yoktur. Kötü, iyinin eksikliği, yaşamı gerçekleştirmekteki başarısızlığın sonucudur.
Sayfa 232Kitabı okudu
Eğer yaşamın büyüme, yaşama eğilimi önlenirse, engellenen güç bir değişim sürecinden geçer ve yaşam yıkıcı bir güce dönüştürülür. Yıkıcılık yaşanmamış bir yaşamın mı sonucudur? Yaşam geliştirici gücü engelleyen bireysel ve toplumsal koşullar, yıkıcılığı üretir. Buna karşılık, yıkıcılık da kendisinden çeşitli kötülüklerin doğduğu bir kaynaktır.
Sayfa 231Kitabı okudu
Reklam
Freud'un kuramı, ikiciydi (dualist). O, insanı temelden iyi ya da temelden kötü olarak görmüyor; ama eşit ölçüde kuvvetli iki çelişik güç tarafından yönlendirildiğini düşünüyordu. Aynı ikici görüş, dinsel ve felsefi dizgelerin çoğunda dile getirilmiştir. Yaşam ve ölüm, aşk ve savaş, gece ve gündüz, ak ve kara bu kutupluluğun çok sayıdaki simgesel anlatımlarından yalnızca bazılarıdır.
Sayfa 228Kitabı okudu
Sokrates'e göre kötülüğün kaynağı, insanın doğal yapısı olmayıp bilgisizlikti; onun için kötülük, yanlışlıktı. Tevrat ise bunun tersine, insanın tarihinin bir suç edimiyle başladığını ve “itilimlerinin çocukluğundan itibaren kötü olduğunu" anlatır. Ortaçağın başlarında bu iki karşıt görüş arasındaki savaş, İncil'deki Adem'in düşüşü söylencesini nasıl yorumlayacakları sorusu çevresinde odaklanmıştı. Augustinus, insan doğasının düşme'den beri bozulmuş olduğunu düşünmekteydi. Yani her kuşak ilk insanın başkaldırışının neden olduğu bir ilençle (lanet) doğmaktaydı. İnsanı ancak kilise ve törenleri aracılığıyla iletilen Tanrı'nın bağışlaması kurtarabilirdi. Augustinus'un büyük düşmanı olan Pelagius, Adem'in suçunun salt kişisel olduğunu, kendisinden başka kimseyi etkilemediğini savunmaktaydı. Ona göre, sonuç olarak her insan, Adem'in düşme'den önceki güçleri kadar yozlaşmamış güçlerle doğmaktaydı. Suç, günaha kışkırtmanın ve kötü örneğin sonucuydu. Savaşı Augustinus kazandı, ama bu, insan anlığını yüzyıllar boyu belirleyecek -ve karartacak- bir yengi oldu.
Sayfa 226Kitabı okudu
İnsan, inançsız yaşayamaz. Bizim kuşağımız ve sonrakiler için önemli olan bir soru, bu inancın liderlere, makinelere, başarıya duyulacak bir inanç mı, yoksa kendi üretici etkinliğimize ilişkin yaşantımız üstünde temellenen, insana karşı duyulan ussal bir inanç mı olacağı sorusudur.
Sayfa 225Kitabı okudu
Özgürlük ya da demokrasi düşünleri, her bireyin üretici yaşantısı üstünde temellenmedikleri, ona kendisini bu düşünlere inanması için zorlayan partiler ya da devlet tarafından sunuldukları zaman, usdışı inançtan başka bir şey olmayacak şekilde yozlaşırlar. Tanrı'ya duyulan mistik inançla bir tanrıtanımazın insanlığa duyduğu ussal inanç arasındaki ayrım, mistiğin inancıyla Tanrı'ya duyduğu inanç, kendi güçsüzlüğüne ilişkin kanısından ve Tanrı'nın gücüne ilişkin korkusundan kaynaklanan bir Kalvenistin inancı arasındaki ayrımdan çok azdır.
Sayfa 225Kitabı okudu
Reklam
İnanç ve gücün karşılıklı olarak birbirlerini dışlamaları yüzünden, başlangıçta ussal inanç üstüne kurulmuş olan tüm dinler ve siyasal dizgeler yozlaşırlar. Eğer güce dayanıyorlar ya da giderek kendilerini onunla bağlaşık tutuyorlarsa en sonunda sahip oldukları etkiyi yitirirler.
Sayfa 224Kitabı okudu
Güce duyulan hiçbir ussal inanç yoktur. Güce boyun eğme ya da bu güce sahip olanların onu koruma istekleri vardır. Güç, insanların çoğuna tüm şeylerin en gerçeği olarak göründüğü halde, insanlık tarihi onun tüm insansal başarılar içinde en geçicisi olduğunu kanıtlamıştır. İnanç ve gücün karşılıklı olarak birbirlerini dışlamaları yüzünden, başlangıçta ussal inanç üstüne kurulmuş olan tüm dinler ve siyasal dizgeler yozlaşırlar. Eğer güce dayanıyorlar ya da giderek kendilerini onunla bağlaşık tutuyorlarsa en sonunda sahip oldukları etkiyi yitirirler.
Sayfa 223Kitabı okudu
... Spinoza'yı sonunda kendi ailesi bile yalnız bıraktı. Sapkın öğretilerinden dolayı mirastan mahrum etmek istediler onu. İşin paradoksal yanı, düşünce özgürlüğünü ve dinsel hoşgörüyü Spinoza kadar kuvvetle savunan çok az insan çıkmıştır. Karşılaştığı direnç o kadar fazlaydı ki, sonunda sakin bir yaşam sürüp kendini tümüyle felsefeye adamayı seçti. Ekmeğini (ise) optik camlar yontarak kazanıyordu. (...) Mercek yontarak geçiniyor olması bir bakıma simgesel bir anlam taşıyor. Filozofların yapması gereken, varoluşu başka bir açıdan görmeleri için insanlara yardımcı olmak. Spinoza'nın felsefesindeki temel nokta da, her şeyi 'sonsuzluk açısından' görüp değerlendirmek istemesi.
Sayfa 281 - Pan Yayıncılık, 24. Basım, Kasım 2009Kitabı okudu
Usdışı inanç, ezebilecek kadar güçlü, her şeyi bilen ve saltık erk sahibi olduğu hissedilen bir güce boyun eğmekten; insanın kendi gücünden ve kuvvetinden vazgeçmesinden kaynaklandığı halde, ussal inanç bunun karşıtı olan bir deneyim üstünde temellenir. Biz bir düşünceye, kendi gözlemlerimize ve insanlığın gizilgüçlerine, ancak kendi gizilgüçlerimizin gelişimini, kendimizdeki gelişmenin gerçekliğini, us ve sevgiye ilişkin kendi gücümüzün kuvvetini duyumsamış olduğumuz ölçüde ve bu yüzden inanç duyarız. Ussal inancın temeli üreticiliktir. İnancımızla yaşamak, üretici bir şekilde gelir. Bu, üretici etkinlikten ve her birimizin bu etkinliği yüklenmiş olan etkin özneler olmamız deneyiminden ortaya çıkan bir kesinliktir. Buradan, (baskı anlamında) güce duyulan inancın ve güç kullanmanın, inancın tersi oldukları sonucu çıkar. Var olan güce inanmak, henüz gerçekleşmemiş olan gizilgüçlerin gelişmesine inanmamakla özdeştir. O, yalnızca kendini açıkça gösteren şimdi üstünde temellenen geleceğe ilişkin bir önbilidir (kehanet). Ama bu önbili insansal gizilgüçlere ve insansal gelişime ilişkin son derece usdışı dikkatsizliği yüzünden büyük bir yanlış hesap şekline dönüşür.
Sayfa 223Kitabı okudu
1.000 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.