Anlatmak, bir müddettir derdi olmuştu. Çünkü Baba iki-üç akşamda bir karşısına oturtup, "Anlat bakalım Aziz can, ne oldu, ne gördün, önceden ne gördüydün, sen kimin nesisin, burada ne yapıyorsun, anlat. Kendini tanıyor musun, kendini uyduruyor musun, inşa mı ediyorsun, adamına göre hikaye mi yazıyorsun, keyfin yerindeyken daha iyi biri değilken perişan mısın, keyfin kim, keyfin senin neyin oluyor, efendin mi, seni keyfin hatta keyfinin kahyası mı şekillendiriyor, salağın biri seni beğenirse sen de kendini hatta onu beğeniyor musun, anlat bakalım, neler oluyor" diyordu. Aziz susarsa Baba kızıyor, "Oğlum şöyle kazağının, gömleğinin içinden kendine bakar gibi bir eğil de bak, ne haldesin, kendi içine bak, gözün karanlığa, karanlıkta görmeye alışsın, bak, şekil de olsa sade gördüğün bak, ne kıpırdıyor bak, ne olduğunda hangi taraf kıpırdıyor, neresi duruyor bak, kendini izle, it gibi kendi peşine düş, sakın bırakma öldürene sürütürler unutma, sen de kendini öldüreceksin neticede, insanın ölümü elinden olur, bari kendin ölürken kendin de orada ol, naaşını başkası bulmasın, pamuğu başkası tıkmasın, hadi anlat,"