Birkaç seanslığına gittiğim bir terapist, “Affetmek bir hediyedir,” demişti. “Hem affedilen hem kendiniz için.
Ama hiç kimse hazır olmadıkça hediye veremez.”
Kitaplara sarılmak, dostlarla konuşmak, yazıya oturup sonu
gelmeyen cümleler kurmak, camdan dışarı bakıp puslu şarkılar mırıldanmak...
Böyle zamanlarda her şey birbirinin yerini alır
çünkü her şey bir o kadar anlamsızdır
içinizdeki ıssızlığı doldurmaz hiçbir oyun
para etmez kendinizi avutmak için bulduğunuz numaralar
Bir aşkı yaşatan ayrıntıları nereye saklayacağınızı bilemezsiniz
çıplak bir yara gibi sızlar paylaştığınız anlar, eşyalar
gözünüzün önünde durur birlikte yarattığınız alışkanlıklar
korkarsınız sözcüklerden, sessizlikten de; bakamazsınız aynalara,
çağrışımlarla ödeşemezsiniz
dışarıda hayat düşmandır size
içeride odalara sığamazken siz, kendiniz
Bir ayrılığın ilk günleridir daha
Her şey asılı kalmıştır bitkisel bir yalnızlıkla
Hatim, Rey şehrinin kadısı Muhammed İbni Mukatil'i ziyaret etmeye gitmişti. Girdiği ev, dünya ehlinin köşklerine benziyordu. İçi de çok süslendirilmişti. Hatim, ona:
"Siz, Peygamber ve ashabını mı, yoksa Firavun ve Nemrud'u mu taklid ederek bu süslü köşkte oturuyorsunuz? Sizin gibi âlimler, böyle yaşarlarsa, câhiller bütün bütün dünyaya dalarlar. Yanınızda birisi abdest alırken bir uzvunu dört kere yıkarsa, "Bir kere fazla yıkadın, suyu israf ettin!" diyerek onu uyarırsınız. Kendiniz bunca israf içinde iken, öncelikle kendinizi uyarmanız gerekmez mi?" demiştir.
Hız kültüründe, yaptığımız şeyin içeriğine ya da anlamına pek kafa yormaksızın, daha çok şey yapmak, daha iyi yapmak ve daha uzun süre yapmak zorundayız. Kişisel gelişim kendi başına bir hedef haline geldi. Ve her şey özbenliğin etrafında dönüyor. Zygmunt Bauman'ın "küresel kasırga" diye tanımladığı bir dünyada kendimizi savunmasız hissettikçe, daha çok kendimize yöneliyor ve dolayısıyla ne yazık ki, iyiden iyiye savunmasız hale geliyoruz. Buradan bir kısırdöngü doğuyor.