Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Çok farklı ve karanlık bir iç dünyayı aldatıcı renkler ile gizlemek ne kadar saygın ve ahlaklı?
Önyargılarımızı ve yanılsamalarımızı ancak, kendimizi ve başkalarını daha geniş bir psikoloji bilgisiyle tanıyarak, varsayımlarımızın mutlak doğruluğunu sorgulamaya ve bunları özenle ve elimizi vicdanımıza koyarak nesnel gerçeklerle kıyaslamaya hazır olduğumuz zaman anlayabiliriz.
Reklam
Bilinçli aklın sübjektifliğine karşılık bilinçdışı objektiftir. Kendisini çelişkili hisler, fanteziler, duygular, ani dürtüler ve rüyalar şeklinde gösterir ve bunların hiçbirini insanın kendisi yapmaz, ona nesnel olarak gelir.
Komünist devrim, insanı demokratik kolektif psikolojinin yaptığından çok daha fazla alçaltmıştır, çünkü sadece sosyal anlamda değil, ahlaki ve ruhsal açıdan da insanın özgürlüğünü yok etmiştir.
İnsan davranış kalıplarını ileri doğru dönüştüren gerçek bir dürtü olan öğrenme kapasitesinden başka hiçbir şey insanı içgüdülerinin temel planından bu kadar uzaklaştıramaz. Varoluşumuzun değişen koşullarından ve uygarlığın getirdiği yeni uyum ihtiyacından en çok o sorumludur. Aynı zamanda, insanın içgüdüsel temeline yabancılaşmasından doğan çeşitli psişik rahatsızlıkların ve zorlukların, yani köklerinden kopmasının ve kendisi hakkındaki bilinçli bilgisi ile özdeşleşmesinin ve bilinçdışını zedeleme pahasına bilinçle bu kadar ilgilenmesinin kaynağı da odur. Sonuç olarak, modern insan ancak kendisinin bilincinde olabildiği ölçüde tanıyabilmektedir kendisini. Bu da büyük ölçüde çevresel koşullara, bilgi edinme dürtüsüne ve özgün içgüdüsel eğilimlerini bir ölçüde değiştirerek kontrol altına almasına bağlı olan bir yetenektir. Dolayısıyla insanın bilinci çevresindeki dünyayı gözlemlemeye ve araştırmaya yönelir ve ruhsal ve teknik kaynaklarını bu dünyanın özelliklerine uyarlamaya çalışır. Bu iş o denli zorlayıcı ve yerine getirildiğinde o denli karlı bir iştir ki, insan bu süreç içinde kendini unutur. İçgüdüsel doğası ile ilişkisini kaybeder ve gerçek benliğinin yerine kendi hakkındaki fikrini koyar. Ve hiç farkına varmadan bilinçli faaliyetinin ürünlerinin gerçeğin yerine geçtiği, tamamen kavramsal bir dünyanın içine kayar. İçgüdüsel doğasından kopması insanı kaçınılmaz olarak bilinç ile bilinçdışı, ruh ile doğa, bilgi ile inanç arasında çelişkiye sokar. Bu bölünme insanın bilincinin artık içgüdüsel yönünü görmezden gelemediği veya bastıramadığı noktada patolojik hale dönüşür.
Reklam
Koşullar çok şiddetli ve kesin bir şekilde değiştiği ve dış durum ile artık köhnemiş olan düşüncelerimiz arasında dayanılmaz bir çatlak oluştuğu zaman, Weltanschauung (dünya görüşü) veya yaşam felsefesi sorunu ortaya çıkar.
Kitlelerin boğucu gücü şu veya bu şekilde her gün gazeteler yoluyla gözlerimizin önünde resmi geçit yapar ve bireyin önemsizliği öyle kuvvetle aşılanır ki insan kendi sesini duyurabilme ümidini tümden kaybeder. O eskimiş liberte, egalite, fraternite (özgürlük, eşitlik, kardeşlik) fikirleri bireye yardımcı olamaz, çünkü isteklerini yöneltebileceği tek insanlar onun cellatları, yani kitlelerin sözcüleridir.
Ne yazık ki deneyimlerimiz kişinin, ne kadar topluluğa üye olursa olsun, içindeki insanın hep aynı kaldığını göstermiştir. Çevresi ona ancak kendi çabası ve acısı ile elde edebileceği şeyi bir armağan gibi veremez. Aksine, elverişli çevre koşulları her şeyi dışardan bekleme eğilimini sadece güçlendirir hatta dış gerçeklerin sağlayamayacağı dönüşümü, yani insanın iç dünyasında gerçekleşen köklü bir değişimi bile dışardan bekleme eğilimini arttırır.
Maalesef çok açıktır ki, birey kendini ruhen yeniden yaratamazsa, toplum da yaratamaz, çünkü toplum kurtuluşu arayan bireylerin toplamından oluşur.
Reklam
Toplumun kendini kötü bir öznelcilikten koruma hakkı vardır, ama toplumun kendisi bireyleşmemiş insanlar tarafından oluşturulduğu sürece, tamamen acımasız bireycilerin merhametine kalacaktır. -Ne kadar gruplar ve örgütler halinde bir araya gelinirse gelinsin- toplumu bir diktatöre gönüllü olarak boyun eğmeye hazır kıvama götürende işte bu gruplaşma ve bireysel kişiliğin yok olmasıdır.
Günümüzde bireyin ruhsal durumu reklam, propaganda ve diğer oldukça iyi niyetli öğüt ve telkinlerle o kadar tehdit altında tutulmaktadır ki, hastaya yaşamında bir kez olsun "yapmak zorundasın", "etmek zorundasın" gibi yetersizliğini yüzüne vuran mide bulandırıcı sözler duymadan bir ilişki kurabilme fırsatı verilmelidir.
Bir başka deyişle, insan kendisi için bir muammadır. Bu anlaşılabilir bir şey, zira insan kendisini tanımak için gerekli olan karşılaştırma araçlarından yoksundur. Anatomi ve fizyonomi açısından kendisini diğer hayvanlardan ayırt etmesini bilir, ancak bilinçli, düşünen ve konuşabilen bir varlık olarak kendisini yargılamak için hiçbir kriteri yoktur. Bu gezegende, başka hiçbir şeyle kıyaslayamayacağı eşsiz bir fenomendir. Karşılaştırma yapma ve dolayısıyla kendini tanıma fırsatı ancak eğer başka yıldızlarda yaşayan insan gibi memelilerle ilişki kurabilseydi mümkün olurdu.
İlkel adam ahlaklı bir davranışı değerlendirmek konusunda bizden daha yeteneksiz değildir. Onun iyisi en az bizim iyimiz kadar iyi ve onun kötüsü en az bizimki kadar kötüdür. Sadece iyinin ve kötünün görünme biçimleri değişiktir yani ahlaki yargılamanın süreci aynıdır.
Kiliseler geleneksel ve kolektif inancı temsil ederler ve pek çok kilise mensubunun durumunda olduğu gibi, bu inanç artık kişinin kendi içsel deneyimine dayanan bir olgu değil, düşünmeksizin gelen bir inançtır. İnsan onu düşünmeye başladığı anda yok olmaya yüz tutar. İnancın içeriği o zaman bilgi ile çarpışmaya girer ve inancın mantıkdışılığı çoğu kez bilginin akılcılığı ile boy ölçüşemez.
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.