Bir kadın sevdiği erkeği bir başka kadının mutlu ettiğini görmektense onu can çekişirken görmeği yeğ tutar. Ne kadar çok severse, o kadar yaralanacaktır.
PROF.DR.FUAT SEZGİN'İN ARDINDAN Fuat Sezgin Hoca’yı, Sefer Turan tarafından kendisiyle yapılan röportaja dayalı “Bilim Tarihi Sohbetleri” isimli kitabıyla tanıdım. Geç tanıdığıma hayıflandım. Sizlerde Okuduğunuzda göreceksiniz ki ülkemizin medar-ı iftiharı bu bilim insanını tanımaya değer bulacaksınız. Çalışma ve meziyetlerini öğrendikçe çok etkileneceksiniz.
Hocayı siz değerli okurlarıma, özellikle de genç kardeşlerime tanıtmayı kendime vazife saydım. Elbette 90 yıllık ömrü ve 70 yıllık çalışmasını 2-3 sayfada anlatamam. En azından bir anahtar verebilirim diye düşünüyorum. Onun azmi, çalışma temposu ve mücadelesi bilinmelidir.
İhmal ettiğimiz, haksızlık yaptığımız ve hatta ötekileştirdiğimiz bu bilim insanına, yıllar sonra da olsa sahip çıkmamız en azından ahde vefa göstermemiz açısından önemlidir. Bu anlayıştan hareketle; kitaplarını basarak, diğer çalışmalarını müze haline getirerek ölümsüzleştiren hükümetimize ve İstanbul Büyükşehir Belediyesine sonsuz teşekkür ederim.
Onun hakkında, İstanbul Kültür A.Ş. Genel Müdürü Sayın Nevzat Bayhan: “Tarih katmanına açtıkları artezyen ile cevheri yüzeye çıkaran ve bir ab-ı hayat gibi insanlığın istifadesine sunan nadir insanlar vardır. Gözünde fer dizinde derman azalmış, belkide yorgun düşmüş bir millete, tarihten, inançtan, bilimden yaptıkları bir aşı ile kuvvet verirler. Prof. Dr. Fuat Sezgin de böylesi nadir ve nadide insanlardandır.” der.
O, “Batı medeniyeti İslam Medeniyetinin çocuğudur.” Derken bu sözü laf olsun diye değil, ispat ederek söylemiştir.
Fuat Hoca; “İlkokul hocamın; ‘dünya öküzün iki boynuzu üzerindedir” dediği için yıllarca buna böyle inandım. Ta ki, tanıdığım Alman hocamın ‘bütün bilimlerin menşei Müslüman bilim adamlarına dayanır’ demesiyle ancak bu kanaatim değişti. Ondan sonra çalışmalarıma bir başka aşkla başladım” diyecektir.
Dünya'nın önde gelen bilim tarihçilerinden Prof. Dr. Fuat Sezgin, 24 Ocak 1924'te Bitlis'te doğdu.
Sezgin Hoca, bilimler tarihçisi olmasında en büyük rolü, Alman Hocası Hellmut Ritter’in (1892-1971) oynadığını söyler. Hocam Ritter, bilimlerin temelinin ‘İslam Bilimleri’ne dayandığını söylerdi. Yabancı bir hocanın bu tespiti beni bu ilim dalına yöneltti.
İlmi çalışmama yön veren Ritter, bir gün bana sordu; “kaç saat çalışıyorsun?” Ben de günde 13-14 saat çalışıyorum dedim.
“Neee! Herr Sezgin bu tempoyla bilim adamı olamazsın. Eğer bilim adamı olmak istiyorsan bunu çok daha artırmalısın” dedi.
Kendisi 24 saat çalışırdı. Eğer günler uzun olsaydı, daha çok çalışacaktı. Ben ondan sonra çalışmamı, 17 saate çıkardım. Bu durum 70 yaşıma girinceye kadar devam etti. Yetmiş yaşımdan sonra, çalışmamı, bir iki saat azalttım. Şimdi gene, 13-14 saat çalışmaya gayret ediyorum.
HELLMUT RİTTER
Fuat Hoca’nın en büyük arzusu, eğitimden başka her işle meşgul olan üniversite gençliğine; “benim milletim” dediği Müslümanların Batı karşısında ki, “aşağılık” kompleksinden kurtulması, bunun karşılığında Batılıların da Müslümanların bilime katkılarını görerek “üstünlük” duygusundan uzaklaşmasıdır.
Fuat Hoca, bilimlerin insanlığın ortak malı olduğunu ve bütün milletlerin katkısının müşterek ürünü olduğunu savunuyor ve bunu ispat ediyor. Genç kuşağın da bu önemli olayın farkına vararak kendini yetiştirmesi, bilgiye, eğitime önem vermesi onun en büyük isteği.
Hocasıyla ilgili tanışmasını şöyle anlatır; ‘dayım beni Üniversite’ye götürdüğünde; “seni Alman Hoca’nın seminerine götürmek istiyorum” dedi. “Gidelim” dedim. Seminer sonunda ben adeta büyülendim. Kafamdaki mühendis olma projesini bir kenara bırakıp onun talebesi olmaya karar verdim.
Bir şans eseri Dekanın odasındayken Alman Hoca içeri girdi. Derken Hoca’ya; “Ooo…Ritter Bey, sizin talebeniz olmayı düşünen biriyle konuşuyorum.” dedi. Ritter Hoca, bana şöyle bir baktı; “galiba bu genç benim dünkü seminerimdeydi” dedi. Tanımasına şaşırmamalı çünkü Hocanın seminerine 3-4, hatta 1-2 kişinin katıldığı dahi olurdu. Dolayısıyla tanıması normal sayılırdı. Çünkü zor bir adamdı. Helmut Ritter: “Benim talebelerim hep benden kaçar, biliyor musunuz?”
Fuat Sezgin; “biliyorum bunu bana anlattılar. Ben buna rağmen sizin talebeniz olmak istiyorum.” Güldü “peki” dedi. Böylece onun talebesi oldum.
Bir gün seminere geç kaldığımda cebindeki altın saati çıkarıp baktı ve “üç dakika geciktiniz, bu bir daha tekerrür etmesin !” O tarihten sonra randevuma hiç geç kalmadım.
ARAPÇAYI ÖĞRENMEN ŞART! Hocam, kendime alan olarak seçtiğim, bilim dalında başarılı olmam için Arapça öğrenmemin şart olduğunu söyledi. Bu dili öğrenmek için çalışmaya başlamıştım. Fakat bir mesafe kat edemiyordum. 1943 yılında Almanların Bulgaristan’a girmesiyle bütün üniversiteler tatile girdi.
Hocam bana dedi ki; “şimdi elinizde bir fırsat var. Altı aylık bir tatiliniz olacak, bu zaman içerisinde Arapçayı öğrenin.” Hocamın bu sözleri bana çok etki etti. Evimizde babamdan kalma otuz ciltlik bir Taberî Tefsiri vardı. Onu okumaya başladım. Başlangıçta anlamıyordum. Türkçe tefsirlerle karşılaştırarak yavaş yavaş tefsirin içine girmeye çalıştım. Günde yaklaşık on yedi saat çalışıyordum. Erken kalkıp geç yatıyordum. Evden hemen hemen hiç çıkmıyordum. Altı ay sonra tefsiri bitirmiş oldum.
Başlangıçta hemen hiç anlayamadığım bu tefsiri altı ayın sonunda gazete gibi okuyordum. Artık hem ilmi hem konuşma dili olarak Arapçayı biliyordum. O tempoyla on yedi saat çalışan herkesin, bunu başaracağına inanıyorum. İlim adamı olmanın yolu, fedakârlık yapmaktan geçer.
Fuat Hoca’da bunu fazlasıyla görmekteyiz. Umarım Hoca’nın bu çalışması ilim adamı olacaklara ışık tutar.
AKADEMİK ÇALIŞMASI
1951'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'ni bitirdikten sonra, Arap Dili ve Edebiyatı üzerinde doktora yaptı. 1954'te Arap Dili ve Edebiyatı bölümünde, "Buhari'nin Kaynakları" adlı doktora tezini tamamlayarak doçent oldu. Bu teziyle o, hadis kaynağı olarak İslam kültüründe önemli bir yere sahip olan Buharî (810-870)'nin, bilinenin aksine sözlü kaynaklara değil, "yazılı kaynaklara dayandığı" tezini ortaya koydu. Bu yazılı kaynakların, İslam'ın erken dönemine; hatta 7. yüzyıla kadar geri gittiğini ortaya koydu. Bu tez, Avrupa merkezli oryantalist çevrelerde hala tartışılmaktadır.
Fuat Sezgin Hoca, Doğu Bilimi ve Türkoloji üzerine çalışmalar yapan bilim adamı Alman Carl Brockelmann'ın (1868-1956); "Arap Edebiyatı Tarihi" ve "İslam Milletleri ve Devletleri Tarihi" gibi çalışmalarındaki eksiklikleri fark etmiş ve bunları tamamlamak maksadıyla, 1954 yılında İslam Bilim Tarihiyle de ilgilenmeye başlamıştır.
1960 İHTİLALİ VE 147 LİKLER
Demokrasinin yüz karası ihtilallar, toplumun hemen her katmanını perişan ediyor. Ekonomik yönden olsun, uluslar arası arena da olsun ülkenin itibarini perişan ediyor. Hele hele üniversitelerdeki kıyım ülke için tarif edilemeyecek yaralar açmıştır. O kıyıma uğrayan Hocalardan biri de Fuat Hoca’dır.
Hoca, 1960 cuntacılarınca, "Zararlı Profesör" diye üniversiteden atıldı. O zaman henüz 36 yaşındaydı. Ardından ülkeyi terk etti. Bu terk ediş olayını şöyle anlatıyor; "1960 yılında, bir hükümet darbesi oldu. Askerler devletin idaresini ele geçirdiler. Milli Eğitim Komitesi diye bir komite kurdular. Bir gün bunlar, 'hangi profesörler zararlıdır?' diye bir liste hazırlamışlar. Bunların görüşleri kanun gibiydi. Gazeteler, üniversiteden zararlı diye atılan 147 profesörün ismini yayınladılar. Benim de adım vardı.
Gazeteyi çantama koydum, Süleymaniye Kütüphanesi'ne gittim ve hemen orada üç tanıdığım, iki Amerikalı, bir de Frankfurt Üniversitesi'nin eski rektörü olan dostuma mektup yazdım. 'Bana bir yer bulun, geleceğim' diye, yaklaşık 30 gün içinde üçünden de olumlu cevap geldi. Üçü de beni, memnuniyetle kabul edeceğini ifade etmişler. Ancak ben Frankfurt'u tercih ettim. Ve Frankfurt'a gittim.
Askeri idarenin, bir mülki idareyi bertaraf ederek devletin başına geçmiş olmasından memnun olmadım. Yanlış yapılacak birçok şey bekliyordum, ama bir gün üniversiteden atılacağımı hiç beklemiyordum. Hatta Türkiye'yi kendiliğimden terk etmeyi hiç mi hiç düşünmüyordum. Çünkü memleketime çok bağlıydım.
Bu hadiseden bir yıl evvel, Almanya'da misafir doçent olarak bulunuyordum. Bana orada, doçentlik yapmamı teklif ettiler. Bu teklifi gülerek reddettim. 'Ben İstanbul'u, Türkiye'yi nasıl terk ederim?' dedim. Özür dilediler. Demek büyük söylemişim ki, Gazetedeki 'zararlı profesörler' listesini ve ismimin bu listede olduğunu görünce, çok sevdiğim ülkemden gitmemin, iradem dışı da olsa şart olduğunu anladım.”
ALMANYA’YA GİDİŞ
Fuat Hoca, Türkiye’yi (İstanbul'u) terk edeceği akşamı da şöyle anlatıyor; “O gün Galata Köprüsünün Karaköy tarafına gittim. Oradan 15-20 dakika kadar Üsküdar'a baktım. Güzel bir geceydi, vakit de epeyce geçmişti. Eve döndüğümde, gözlerimin yaşını silmek zorunda kaldım. İşte son hislerim buydu.”
Kızmadım fakat üzüldüğümü ifade etmeliyim. Fuat Hoca; “Gene memleketime, ne vermek mümkünse onu vermeye çalışıyorum” demeyi de ihmal etmiyor.
27 Mayıs 1960 İhtilalıyla ilgili Fuat Hoca; ‘İhtilal çocukça bir şeydi. İnsan çocukların yaptığı hataları affeder. Bende onun için çocukça diyorum. Ben o hatayı affettim. Bu bana fazla tesir etmedi. İstemeyerek de olsa, Almanya’ya giderek müthiş bir çalışmanın içerisine girdim. Onun için hiç kızgınlık duymadım… Bir gün hükümet darbesini yapanlardan Devlet Bakanı Mehmet Özgüneş’e; “siz askeri darbe yaptığınız andan itibaren daima sizin yanlış yaptığınıza inandım ve size muhaliftim. Siz her şeyi yanlış yaptınız, ama bir şeyi doğru yaptınız… Bu da beni memleketten çıkarmış olmanızdır.”dedim.’ kıpkırmızı oldu.
KRAL FAYSAL VE ARAP DÜNYASI
Arap dünyasıyla ve yöneticileriyle tanışmasını şöyle anlatır; ‘1978 yılında, Kral Faysal “Bilim Ödülü”nü kazandım. Bu vesileyle Arap dünyasıyla ve devlet adamlarıyla tanışma imkânı buldum. Aklımdan geçen projelerimi Arap yöneticilerine anlatma imkânı buldum. Düşüncelerimin destek görmesiyle 1982 yılında, J.W.Goethe Üniversitesi'ne bağlı Arap-İslam Bilimleri Tarihi Enstitüsü'nü kurdum. Ardından da 1983'de buranın müze olmasını sağladım. Bu Enstitü'nün, halen direktörlüğünü yürütmekteyim. Enstitü'ye bağlı olarak kurduğum müzede, Müslüman bilginler tarafından yapılmış aletlerin ve bilimsel araç ve gereçlerin, yazılı kaynaklara dayanarak yaptırdığı numunelerini (örneklerini) sergiledim.’
Bilimler Tarihi alanında dünyanın sayılı otoritelerinden birisi olan Fuat Sezgin Hoca; Süryanice, İbranice, Latince, Arapça ve Almanca da dâhil, 27 dili çok iyi derecede bilmektedir.
İSLAM BİLİME KARŞI MI?
Bilimin seyriyle ilgili yorumun Fuat Hoca; ‘İslam dünyasına ne oldu da bilimlerle aramızı kestik? Bu biraz karışık meseledir. Bilinmelidir ki, medeniyetler ebedi olarak yaşamıyorlar. Bir zamanlar Yunan, daha sonra Bizans, bilahare de, İslam medeniyeti egemen oldu. Bizans’tan farklı olarak Yunancayı bilmeyen Müslümanların, onların kitaplarını tercüme etmek suretiyle bilimde zirveye çıktılar. Daha sonra Yunan dilini bilen Bizanslılar bunu yapamadılar. Bu da sonuç olarak İstanbul’un fethini getirdi. Bizde umumiyetle İslam’ı, din olarak geri kalmışlığın sebebi olarak gösterirler. Bunu tarihi bir hakikat olarak ifade etmeliyim ki, böyle bir şey yoktur.’ Yahudi bilgini Arabist; “eğer İslam dini, bilimi sadece bilim olarak, bilim aşkı olarak himaye etmemiş olsaydı bilimler bu kadar süratli ve bu kadar geniş şekilde gerçekleşemezdi.” Din kesinlikle bilimin önünde bir engel değildir. İLİM AŞKI VE ESERLERİ O, dünyanın neresinde olursa olsun, "İslam Bilim Tarihi" adına; fizik, kimya, biyoloji, hayvancılık, veterinerlik, ziraat, tıp, astronomi, coğrafya gibi bütün bilim dallarına ait bir eser veya orijinal bir aletin varlığını duyunca; bir dedektif gibi, o eserin peşine düşerdi. Hiçbir masraftan çekinmeden, gerekirse özel uçakla oraya giderdi. O kitabın değeri ne olursa olsun alır ve bulduğu eseri hemen incelemeye başlardı. Araştırmalarında Üniversite ve Kral ailesinin desteği unutulmamalıdır. Ayrıca Enstitü'de yaptığı çalışmaları; "Geschichte des Arabischen Schrifttums" (Arap-İslam İlimleri Mecmuası) da yayınlıyordu. Böylece bu dergi-ansiklopedi, kısa sürede, dünya çapında bir kaynak haline geldi. Bilim tarihçilerinin temel müracaat kaynağı olan ve en son 15. cildi çıkan bu dev eser, halen iğneyle kuyu kazar gibi yazılmaya devam ediyor. Bir bibliyografya olarak da görülen bu eser, mevcut en sahih kaynaklarla yazılmış bir "İslam Bilim Tarihi"dir. Sezgin Hoca, Enstitü'de bulunan bütün eserleri, kataloglar halinde yayınlayarak, çok önemli bir hizmete daha imza attı. Böylece, "Wissenchaft und Technik im Islam" (İslam'da Bilim ve Teknoloji) isimli 5 ciltlik eseri, mükemmel bir özet olarak İstanbul Büyük Şehir Belediyesi tarafından yayınlanmıştır. Daha önce (2003) Almanca ve (2004) Fransızca olaraktan neşredilmiştir. MARİFET İLTİFATA TABİDİR; DEĞERİMİZE SAHİP ÇIKIYORUZ 1960 İhtilalıyla ülkemizden ayrılmak zorunda kalan Fuat Sezgin’i, tekrar Türkiye’ye getirmek için gayret eden ve eserlerinin burada yayınlanmasını sağlayan, Türkiye Bilimler Akademisine, Turizm Bakanlığına, özellikle maddi hiçbir fedakârlıktan kaçınmayan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığına, hasetsen Sayın Başbakanımıza teşekkür ederim. İstanbul Gülhane Parkı içindeki Has Ahırlar Binası'nda, Başbakan Tayyip Erdoğan tarafından açılan "İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi"yle, Türk insanı onu yeniden tanıma fırsatı buldu. Müslüman bilim adamlarının buluşları, şimdi Gülhane Parkı'ndaki İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi’ nde sergilenmektedir. Müze yetkilileri, burada sergilenen 140 eserin büyük bir kısmının orijinal olduğunu, eser sayısının, kısa süre sonra 800'ü bulacağını açıklıyor. Açılan müzede; astronomi, coğrafya, deniz bilimleri, saat teknolojisi, geometri, optik, tıp, kimya, maden, fizik ve mekanik, savaş teknolojisi ve mimarlık dallarında eserler ve aletler sergileniyor. YAPTIĞI ÇALIŞMALARDAN BAZI. ÖRNEKLER Hülya Aras Hanım, Hoca’nın çalışmalarından bazılarını izah ederken, dünyada bir ilk olan ‘Bilim Müzesi’nin Almanya’nın Frankfurt şehrindeki açılışında Fuat Hoca’nın şu açıklamalarına yer veriyor; "bugün bu Enstitü'de 800 den fazla alet var. Bütün bunları, Arapça Farsça, Türkçe yazmalardan çıkardım. Bunların, Latince ve İspanyolca tercümelerini çıkardım. Benden önce bu konuda çalışan oryantalistler olmuş. Onlar da bu konuda araştırmalar yapmışlar. Mesela Prof. Dr. Wideman diye büyük Alman âlimi vardır. Bu adamcağız, tam elli sene İslam bilimler tarihi ile uğraşmış. Birçok aletleri, o da, yazmalardan bulmuş. Hatta ilk alet taklidine başlayan kişi, Wideman'dır. Yaptığım aletlerin bir kısmını, İspanya'da, büyük bir kısmını da Almanya'da yaptırıyordum. Bizim bir atölyemiz var. Aletlerin bir kısmının parçalarını, atölyede yapıyoruz. Birçok parçalarını da Mısır'da, yaptırıyoruz, burada birleştirip tamamlıyoruz. Her aletin yapımının, kendine mahsus bir hikâyesi vardır. Mesela ünlü bilim adamı Takiyyüddin, On tane saati tarif eden bir kitap yazmıştır. Tarifini yaptığı saatlerden ikisini yapmaya çalıştım. Bunu Türkiye'de, İspanya'da, Hollanda'da, Almanya'da, Mısır'da herkese sordum. Hiç kimse yapamadı. Sonra Almanya’nın Bremen şehrinde, saatçilikten anlayan bir astronomi Profesörü vardı ona yaptırdım. Sabit yıldızlar gök haritasını, bin yıllarında yazılmış bir yazmaya dayanarak yaptık. Çok zordu. Bütün yıldızların bir koordinatları vardır. Bu koordinatları, Kahire'de bir türlü tam veremediler. Astronomi tarihi ile uğraşan, Bremen'de bir Alman bilgini vardı. Ona götürdük. Biz bir küre yaptık. Küreyi ona gönderdik. Kurşun kalem ile bu resimleri çizerek yıldızların yerlerini belirtti. Bunu alıp, Kahire'ye götürdüm. Ondan sonra bunu işlediler ve yaptık. Bundan 23-24 sene evveldi. 9.yüzyılın başında, Halife Memun'un yaptırdığı bir harita vardı. Onu Topkapı Sarayı'nda bulunan bir ansiklopedide keşfettim. Memun'un haritası, benim buluşlarımın en önemlisi. Bu haritaya dayanarak, kitabımın coğrafya cildini yazmaya başladım. Coğrafya cildini yazarken, ben de herkes gibi, elimizde olan bütün haritaların, Avrupalılar tarafından yapıldığını zannediyordum. Tamamıyla bir karanlık içerisindeydim. Fakat İslam coğrafya tarihi üzerinde çalışmam, 10. yüzyıla uzanınca, benim dünyam değişmeye başladı. Yavaş, yavaş baktım ki, Müslümanlar, "matematik coğrafya"yı kurmuşlar. "Matematik Coğrafya" nedir? Dünya haritasının, matematik esaslara, enlem ve boylam derecelerine dayanarak haritalandırılmasıdır. Bilimler dünyasına sunduğum önemli bir sonuç vardır. O da, Amerika kıtasının, Müslümanlar tarafından keşfedilmiş olması. Müslümanlar tarafından Dünya haritasının yapıldığı ve bu haritaya dayanarak Christophe Colomb'un, Amerika'ya değil, Asya'ya ulaşmak istediği gerçeğine ulaştım." Çalışması, azmi, sabrı ve üretkenliğiyle ülkemizin medar-ı iftihar-ı Prof. Dr. Fuat Sezgin Hoca’ya hayırlı ve uzun ömür diliyorum. -Alıntı-Ramazan Özmen sayfasından
HIZLI OKUMA BELLEME ÇERÇEVESİ Tanımı: Belleme okuma esnasında edinilen bilginin istenildiğinde çağrılabilecek şekilde hafızaya yerleştirilmesi sürecidir. Genel Hafıza konusu son bölümde daha ayrıntılı olarak ele alınacaktır. Bu güne kadar yüzlerce kitap okuduğumuzu biliyoruz. Eğer bu kitapların içeriklerini hafızamızda tutabilseydik şimdi profesyonel bilgi uzmanları olurduk. Oysa belki de yüzlerce kitap okuduk ve metinleri okurken kavramıştık, öğrendiğimizi sanmıştık. Hala kitap okumaya devam ediyoruz. Ama kitap okuduktan 48 saat sonra hafızamızı yokladığımızda kitaptan aldığımız bilginin en az % 80’inin kaybolduğunu görüyoruz. Neden? Nedeni: Bu sorunun temel nedeni belleme yeteneğimizi, bellemenin çalışma kurallarına uygun olarak kullanmıyor olmamızdır. Zihnimizde herhangi bir hastalığın tedavisine uğraşmayacağız. Veya zihnimizi değiştirmeyeceğiz. Sadece temel bir kısım hafıza kurallarını kullanacağız. Hafıza sisteminin geliştirilmesi ayrı bir sorundur. Her insan sahip olduğundan çok daha güçlü bir hafıza geliştirebilir. Biz burada bellemeden bahsederken mevcut hafıza yeteneğimizi etkin kullanmaktan söz etmiş oluyoruz. Yapılan araştırmalar bazı şartlar altında bilginin hafızaya daha kolay ve daha doğru olarak yerleşebildiğini göstermektedir. Unutmayalım. Her bilgi hafızamızda kaydedilmektedir. Sorun bu bilgileri çağırabilecek şekilde kaydetmemektir. Belleme genel hayat akışımızı çok fazla etkiler. Kavrama tekniklerini uyguladığımızda belleyebilme düzeyimiz artacaktır. Ancak kavra aşamasında yapılmayan bazı çalışmalar vardır ki bunların belleme aşamasında yapılmaları sürencin tamamlanmasını sağlar. Aşağıda gelecek olan alıştırmalar bu konuda bize yardımcı olacaktır. Çözümü: 1. Hatırlama Çalışması Yapın Etkin okumanın 5 aşamasını daha önce belirttik: İnceleme, sorgulama, okuma, hatırlama, tekrarlama. Son iki çalışma belleme aşamasında yapılacaktır. Önce hatırlamayı ele alalım: Eğer bilgiyi edindikten sonra kendi ifadelerimizle zihnimizden canlandırmazsak o bilgiyi hiçbir zaman kullanmamız mümkün olmaz. Kullandığımız tüm bilgiler edindikten sonra mutlaka en az bir defa hatırladığımız ve içimizden ifade ettiğimiz bilgilerdir. Bunlar arasında en çok hatırladıklarımız en çok kullanabileceğimiz bilgilerdir. Bir diğer deyişle hatırladığımız her bilgi dokunduğumuz, gördüğümüz, konuştuğumuz bilgidir. Bilgiyi bir defa sahiplendik mi tüm hayat boyunca bizim olması için kapı açılmış olur. Hatırlama çalışması okuma esnasında her sayfanın veya her bölümün sonunda yapılabilir; okuma devam ederken yapılabilir. Hatırlamanın nerede yapılması gerektiği okunan metnin içerik ağırlığına göre değişebilir. Çok ağır metinlerde her paragrafın sonunda biraz duraklayıp hatırlama yapılmalıdır. Profesyonel okuyucular, duraklama sayısını azaltarak bu işi okuma esnasında da yapabilme yeteneğini geliştirebilir. Hatırlamada iki önemli kavram: İşaret taşları ve hatırlama duraklarıdır. Okuma esnasında önemli fikir taşıyan cümlenin en önemli kelimesine bir işaret koymalısınız. Bu tür kelimeler işaret taşlarıdır. Ardından çok ağır metinlerde paragraf sonlarında, hafif metinlerde sayfa veya küçük bölüm sonlarında duraklama yapılacaktır. Tam bu esnada tüm fikirler arasındaki ilişki kurulacaktır. Aşağıda size bazı alıştırmalar verilmiştir: a) Aşağıda size cümleler verilmiştir. Bir sonraki cümleyi okuyun ve geri dönmeden bir önceki cümlede aklınızda kalan “lüzumlu” bilgiyi hatırlayın. Çalışmayı baştan alın: Bu defa iki öncki cümleyi, üç önceki cümleyi, önceki bütün cümleleri hatırlayın. En sonunda bitirdiğinizde tüm önceki cümlelerde yer alan bilgileri hatırlayın. Hatırlama yaparken bilgileri kendi sözlerinizle aklınızdan ifade edeceksiniz: 1. İnsanların harika bir soluma sistemi vardır. 2. Burundaki tüycükler nefes alırken dışarıdaki kirli havadan gelen kaba tozları tutarlar. 3. Burun delikleri önce soğuk havayı ısıtıp akciğerlere gönderirler. 4. Akciğerlerde yüz binlerce bronş vardır. Bu bronşlar arta kalan tozları tutarlar. 5. Akciğerde milyonlarca alveol kesecikleri vardır ve hava bu keseciklere dolar. 6. Bu keseciklerde makrofaj hücreleri vardır. Bu hücreler oraya girebilen tozları veya mikropları yutarlar ve bu suretle onları yok ederler. 7. Makrofaj hücrelerinin ömürleri bittiğinde oradan alınırlar, yerlerine yeni makrofajlar görevlendirilir, temizleme görevini bu yeni hücreler üstlenirler. 8. Ciğerlerde tozlar, mikroplar, atılması gereken maddeler birikebilmektedir. 9. Bronşlar yapışkan bir müküs maddesi salgılarlar. Atılacak olan maddeler bu müküse yapışırlar. Böylece temiz müküs kirlenir. 10. Keseciklerin altında milyonlarca kirpikçikler, tüycükler vardır. 11. Bu kirpikçikler hep birlikte ritimli hareket ederek atılacak olan kirli müküs maddesini bronşlardan yukarı doğru iterler. 12. Biz bu müküsü ya tükürürüz ya da yutarız. Böylece ciğerlerimiz temizlenmiş olur. 13. Eğer bu sistem çalışmasaydı ciğerlerimiz bir günde tıkanırdı ve bir günde ölebilirdik. 14. Bizi Yaratan gücün neleri düşündüğünü görmek size de heyecan veriyor değil mi? b) Aynı çalışmayı elinizdeki kitabın “İçindekiler” bölümü üzerinde yapın. 2. Bilgiyi Sistemli Tekrar Edin Bilgiyi ilk hatırlamakla ona sahip olmanın kapısını açmış oluruz ama onu tekrarlamazsak hayatımızın sonuna dek bizim olmasını sağlayamayız. Bir saat boyunca kitap okudunuz veya ders çalıştınız. Bu sürenin son 5-10 dakikasını ilk tekrarlama çalışmasına ayırmalısınız. O ana kadar ne okudunuz? Okuduklarınız arasında nasıl bir bağ kurabilirsiniz? Simdi hafızanızda hangi bilgiler kaldı? Bu ilk tekrarlama çalışması son derece önemlidir. Okuma bittikten ve çalışma ortamından ayrıldıktan sonra, bilgiyi ömür boyu korumak için gerekli olan sistemli tekrar biçimi üzerinde durulmalıdır. Tekrarlama olmadan bilgi uzun süreli hafızaya kaydedilmeyecektir. Yapılan araştırmalar bu tekrarın sistemli yapılması halinde daha az emekle ve daha hızlı şekilde uzun süreli hafızaya kaydolabildiğini göstermektedir. Amerika’da bir kolejin internet sayfaları arasında dolaşırken okuduğum, tekrar konusundaki şu sözü çok doğru buldum: “Öğrendikten 24 saat geçtikten sonra tekrar ettiğiniz bilgi tekrar ettiğiniz değil yeniden çalıştığınız bilgidir. ” Çünkü 24 saat içinde bilginin en az %80’i kaybolmakta ve o süre sonunda ancak yeniden okuma veya yeniden öğrenme amacıyla çalışmak gerekmektedir. Kalıcı belleme şu süreci takip eder: Bilgi önce duyular yoluyla elektriksel olarak alınır, çok kısa süreli hafızaya taşınır; burada 20-40 saniye kadar kalabilir; buradan ayrılan bilgi ya yok olur ya da kısa süreli hafızaya taşınır. Elektro kimyasal yapıda bulunan bilgi burada, alınma gücüne göre 20 dakika ile bir gün arasında bekler. Buradan ayrılan bilgi ya yok olur ya da uzun süreli hafızaya taşınır. İşte bilginin ikinci aşamadan üçüncü aşamaya taşınması, henüz tam haliyle orada iken elektrikle uyarılması ve böylece kalıcı hafızaya taşınması için yeterli enerjiye sahip olmasıyla mümkündür. Bu işi yapan çözüm yolu tekrarlama yapmaktır. En az maliyetli tekrarlama ise şu şekilde yapılmalıdır : Bir saat içinde alınan bilgi tekrar sistemi ; 1. tekrar: 10 dakika geçtikten sonra 10 dakika süreyle 2. tekrar: 24 saat geçtikten sonra 5 dakika süreyle 3. tekrar: 1 hafta geçtikten sonra 3 dakika süreyle 4. tekrar. 1 ay geçtikten sonra 3 dakika 5. tekrar: 6 ay geçtikten sonra 3 dakika 6. tekrar 1 yıl geçtikten sonra 3 dakika şeklinde olmalıdır. Böyle bir tekrar sistemi sayesinde bilgi ömür boyunca bizim malımız olacaktır. 3. Beyninizin Sağ ve Sol Lobunu Birlikte Devreye Sokun Amerika Birleşik Devletleri California üniversitesinden Prof. Robert Ornstein’in araştırmaları insan beyninin sağ ve sol loblarının farklı çalıştıklarını ortaya koymaktadır. Sol lob ayrıntı, matematik, soyut gibi alanların merkezi iken sağ lob şekil boyut, renk, müzik gibi alanların merkezi olarak çalışmaktadır. Bu bulgudan hareketle İngiliz beyin uzmanı Tony Buzan “Mind Mapping” olarak bilinen beyin haritalaması tekniğini geliştirmiş ve eğitimin hizmetine sunmuştur. Bu tekniğin temel mantığı, soyut bilgilerle görüntünün bir araya getirilmesi ve böylece sağ ve sol beyin loblarının aynı bilgi üzerinde birlikte çalışmalarının sağlanmasıdır. Zira Ornstein’in araştırmaları her iki beyin loblarını birlikte kullanan kişilerin beyin etkinliklerinin 10-15 kat artabildiğini göstermektedir. Oluşturacağınız haritalarda dikkat edeceğiniz kurallar şunlar olacaktır: Çizimin orta noktasında temel konuyu oluşturan anahtar kelime yer alacaktır. Her ana bölüm tam olarak ilgili bölüme bağlanacaktır. Çizilen her çizginin tam üzerine o alanın taşıdığı bilgi bir kelime halinde yazılacaktır. Çizimlerin gözle rahatlıkla görülebilen bir yapıda ve estetik olması şarttır. Birinci örnekte bilgiyi sadece sol beyin lobunuzu kullanarak yerleştirmeye çalışıyorsunuz. Ama ikinci örnekle bilgiyi aynı zamanda resme de dönüştürdüğünüz için iki lobunuz da birlikte kullanılmaktadır. Böylece etkinliğiniz artacaktır. a) Önce her iki lobu aynı anda devreye sokacak çalışmalar yapalım. Beyin soyutlukları ne kadar somutlukla birlikte düşünebilirse o oranda etkili belleyecektir. Aşağıda verilen rakamları görüntü değerleriyle ilişkilendirin. Örnek: 11 adet (yan yana iki direk gibi, iki parmak gibi) 15 kilo, 25 adet, %50, 100 kişi, bir milyon lira, 18 derece, 2 kilometre, 0. 0001 santim 2 kilo patates, 15 kilo elma, 5 metre kumaş, dört adet tokat, 2 adet çiçek b) Aşağıda beyin haritalaması tekniği kullanılarak bir çizim yapılmıştır. Bu çizimi inceleyin. Benzer bir çizimi elinizdeki kitabın üç temel bölümünde ayrı ayrı yapın. Alınan bilgi: İnsanın ruhsal ve cisimsel olmak üzere iki bedeni vardır. Ruhsal beden kalp, nefs, vicdan ve latifelerin birbirine bağlı olduğu bir sistem bütünüdür. Cisimsel beden ise temelde baş, gövde ve bacaklar olmak üzere üçe ayrılabilir. Baş kısmında kulaklar, burun, gözler ve dudaklar yer alır. Gövde kısmı kalp, ciğerler, mide ve bağırsaklardan oluşur. Bacaklar bölgesinde ise diz kapağı, kaval kemiği ve ayak bileği yer alır. Örnek 1: klasik sistemle yazının iskeleti: Örnek 2: Beyin haritalaması sistemiyle yazının iskeleti: İnsanın Bedeni a) Ruhsal beden aa) nefs ab) vicdan ac) latifeler b) cisimsel beden ba) baş baa) kulaklar bab) burun bac) gözler bad) dudaklar bb) gövde bba) kalp bbb) ciğerler bbc) mide bbd) bağırsaklar bc) bacaklar bca) diz kapağı bcb) kaval kemiği bcc) ayak bileği 4. Anahtar Kelimeler veya Kavramlar Oluşturun Ayrıca her iki lobu birlikte kullanabilmemiz için anahtar kelime çalışmalarıyla yeteneğimizi geliştireceğiz. Bizde sülfirik asitin formülünü hafızamızda tutmayı sağlayan bir teknik kullanılmıştır. H2 SO4 =Hasan iki Sevimli Osman dört) Buna benzer şekilde beyin haritalaması anahtar kelime oluşturabilme yeteneği gerektirir. Anahtar kelime bir gurup anlam kendisine bağlanan kelimedir. Herhangi bir bilgi kümesini anahtar kelimeye bağlayabilirseniz bu anahtar kelimelerle düşünmeyi çok kolay hale getirirsiniz. Örneğin size çevre kirliliğinin nedenleri anlatılıyor. Tüm konuları “kirlilik” kelimesiyle ifade edebilirsiniz. Ardından kirliliğin nedenleri ikiye ayrılıyor. Fabrikaların yol açtığı kirlilik, insanların yol açtığı kirlilik olarak konu açılıyor ve tanımlanıyor. Burada ikinci kelime fabrika ve üçüncü kelime de insanlar olarak tespit edilebilir. Önemli olan hangi kelimenin tespit edildiği değil, kelimeler tespit edilirken bunlara bağlanan anlamların tam olarak farkında olunmasıdır. Buna göre aşağıdaki anahtar kelime ve beyin haritası oluşturma alıştırmalarını çözümleyiniz: a) Aşağıdaki kelimeler için bir anahtar kelime seçiniz: -saat 6. 00’da kalk/kahvaltı yap/işe git/kitabını oku/toplantını yap -peynir/zeytin/bal/reçel/çay/tereyağı/ekmek -kale/savunma/forvet/savunma/top/takım/orta saha/faul/taç b) Aşağıdaki olgu guruplarını birer uygun anahtar kelimeye bağlayınız: -İstanbul’a 1994 yılında gittim. Otomobilimi kullandım. Yolda bir kaza oldu. Otobüsle traktör çarpıştı. 4 kişi öldü 5 kişi yaralandı. Ölenlerden ikisi çocuktu. -Mısırın başkenti Kahire mezarlıklar şehridir. Burada 2 milyon insan evsizdir. Mezarlar eski inanışlara göre yer altında ev gibi düzenlenmiştir. Dolaysıyla günümüzde evsiz insanlar bu mezarları ev edinmiştir. Mezarlarda kurutulmak üzere asılmış bir çok çamaşır görürsünüz. -Washington D. C. ’de sokakta yaşayan insanlar vardır. Bunlar Homeless people-evsiz insanlar olarak anılırlar. Amerika’da 2 milyon evsiz insan vardır. Bunların hepsi fakir değildir. Bu insanlar geceleri sokağa yataklarını serer ve uyurlar. Bazıları ailelerini terk etmişlerdir. Evsizlik orada bir kültür. Birilerine kızan evsiz olmaya karar verebiliyor. Kışın belediye onlara yardım yapıyor. Soğukta donmamak için kanalizasyon havalandırmalarının üzerinde yatıyorlar. Şehrin en modern sokaklarında kimse bu durumdan rahatsız olmuyor. 5. Bilgiyi Yerleşik Bilgilere Bağlayın: Bilgiyi bellemenin en kolay yolu onu hafızada yerleşik bir başka bilgi ile ilişkilendirmektir. Bu yapılırken aradaki bağlantının mantıklı olması şart değildir. Eğer bağlantıyı mantıklı kurmuşsanız sol lobunuzu, mantıksız kurmuşsanız sağ lobunuzu kullanmış olursunuz. Bol bol bağlama çalışmaları yaparak bu yeteneğinizi geliştirebilirsiniz. a) Aşağıdaki kelime guruplarını her satırdaki ilk kelimeye mantıksız bağlayınız -kirpi/diken/inek -çiçek/yağmur/toprak/karınca -kuş/daktilo/kalem/karpuz/kedi/elma/televizyon/bomba -cam/çam/mikrofon/radyo/tren/uçak/dağ/göl/bulut b) Aşağıdaki kelime guruplarını uygun bulduğunuz kelimeye mantıklı bağlayınız -baş/göz/kirpik/burun/dudak/kulak/çene -kedi/canlı/varlık/hayvan/van kedisi/tırnak -çiçek/hasta/doktor/ilaç/hastahane/kanser/ışın tedavisi/ziyaret -padişah/fatih Mehmet/1453/İstanbul/fetih/Bizans/ortodoks/hıristiyan/müslüman c) Aşağıdaki bilgileri bildiğiniz bilgilere bağlayınız. Örnek: Arkadaşınızın adı Fatih Şenel, İstanbul’u fetheden Fatih ile adaş. Soyadı sinemacı Aydan Şenel’in soyadına benziyor. Trabzonspor’un eski kaptanı Şenol’un adı Fatih’in soyadına benziyor. -Beyinde 1 milyar sinir hücresi var. -Dünyada 7 milyar insan yaşıyor. -Dünyada saniyede 17 milyon ton su buharlaşır ve bir o kadar her saniye yağmur yağar. -Türkiye’de 80 adet il var. -Amerikanın 40 adet eyaleti var. 6. Diğer Belleme Tekniklerini Kullanın a) Bilgiyi Abartın Abartılan ve normalin dışında bir yapı kazanan bilginin hafızada kalma şansı daha yüksektir. b) Önemli bilgiyi çalışma başında ve sonunda alın Okuma veya çalışma sürecinin hemen başında ve sonunda alınan bilgi orta sıralarda alınan bilgiye göre daha kolay ve etkili yerleşir ve hatırlanır. c) Bilgiyi farklılaştırın Diğer bilgi türlerinden farklı bir yapı taşıyan bilginin hafızaya hatırlanabilecek şekilde kaydolma şansı daha yüksektir. d) Bilgiye duyularınızı katın Bilgiyi görebilir, ona dokunabilir, onu seslendirebilirsiniz. Unutmayın: sese, dokunsallığa, kokuya, görüntüye, tada çevrilebilen bilginin hatırlanma ihtimali çok daha yüksektir. e) Bilgiye Duygularınızı Katın Bilginin oluşturduğu duygusal çağrışım önemlidir. Öğrendiğiniz bilgi sizde ne tür duygular oluşturabilir. bu duyguları araştırın ve abartın. f) Duyuları filme çevirin. Bilgiye duyularınızı kattıktan sonra oluşan görüntüyü filme çevirebilirsiniz. Bir hareketlilik oluşturabilirsiniz. hareketli bilgi tak bilginin yüzlerce kopyası demektir. Kopyalar çoğaldıkça hatırlanma hızı artar. TANIMA ÇERÇEVESİ Tanıma çerçevesi okuma sürecinin ikinci aşamasını oluşturmaktadır. Bu aşamada “gözler” görevlerini bitirmişler ve bütün iş beynimize kalmıştır. Gözlerimizle çeşitli sembollerin, karakterlerin resimlerini çekeriz. Bu resimler elektriğe kodlanmış olarak beynimize ulaşır. Beynimiz önce bu sembolleri hafızasından tarar. Hafızada var olan sembollerle benzerliğin yakalandığı an tanıma gerçekleşmiş olur. Örneğin sembolünün ne anlama geldiğini düşünürken beynimiz =, ¹ , Y, F, E gibi sembollere işaret koyacak; ama bunların hiç birinde karar veremeyecektir. Okumanın tam bu aşaması tanıma aşamasıdır. Bundan sonra gelen kavrama aşaması ise bulunan sembole bağlanan anlamın veya anlamların hafızadan çağrıldığı aşamadır. Yukarıdaki karaktere bir anlam bağlamamışsanız onu tanıyabilirsiniz, yani tam olarak ne olduğunu bilirsiniz ama onu kavrayamazsınız. Oysa bir Japon bu karakterden hareketle -watashiben- imajını kavrayacaktır. Tanıma bölümünde iki temel amacımız vardır. Bir yandan daha doğru tanıma diğer yandan da daha hızı tanıma yeteneğimizi arttırmamız gerekiyor. 1. Daha Doğru Tanıma Tanımı: Tanıma kusuru veya hatalı tanıma zihin tembelliğinin veya tam yoğunlaşamamanın bir sonucudur. Yavaş okumalarda tanıma kusuru tam olarak belirgin değildir. Ama okuma hızlandıkça hatalı tanıma kendini belli edecek ve okuma-kavrama süreci bundan olumsuz etkilenecektir. Eğer çabucak gördüğünüz bir metni hatalı tanımışsanız beyniniz hatalı tanığınız sembollere bağlı anlamları arayacak ve dolaysıyla kavrama da hatalı olacaktır. Örneğin “çabucak camları kesti” cümlesinde geçen “cam” ile “çabucak çamları kesti” cümlesinde geçen “çam” birbirinden çok farklıdır. “c” ile “ç” doğru ayrımlaştırılmazsa tanıma kusuru ve dolaysıyla kavrama kusuru oluşacaktır. Nedeni: 1. Doğru tanıma düzeyinin düşüklüğünün temel nedeni zihin tembelliğidir. Dikkat keskinliği, değerlendirmelerde ayrıntıları hesaba katmamızı sağlar. Dikkatsiz bir zihin; Yabacı adam geldi-----------yerine----------- yabancı adam geldi. Kirpiklerini acımadan yaktı----------- yerine-------- kirpitlerini acımadan yaktı. şeklinde okuyabilir. İki kelime arasındaki küçük farkı ayrımlaştıramayabilir. 2. Doğru tanımayı güçleştiren bir diğer neden de kelimelerin resimleri yoluyla çok sağlıklı şekilde zihinde yerleşmemiş olmasıdır. Kelimelerin yazıldıkları fontlara göre oluşturdukları belli resimler vardır. Fontlar değiştikçe kelimelerin resimlerinin yapıları değişir ve her fonta göre yeniden okunmaları gerekir. Örneğin: istihbarat, istihbarat, istihbarat, istihbarat, istihbarat, istihbarat Şu halde, kelimelerin resimleri yoluyla zihinlerde iyi yerleşmesi de doğru tanımaya katkıda bulunacak olan bir diğer faktördür. Çözümü: 1. Eksiklikleri Ayrımlaştırın Aşağıdaki metinde bazı kelimeler eksik yazılmıştır. Aşağıdaki metni okurken eksik yazıldığını fark ettiğiniz kelimelerin üzerine Ö işareti koyacaksınız. Okuma bittikten sonra çalışmanızı kontrol ederek hatalı kelimelerin ne kadarını bulabildiğinizi tespit edin. “Yasama süeci, yasama mecliserinin kendilerine sunulan işlevin gerçekeşmesi yolunda işlerin meclislere girişiden başlayarak komisyonardan ve genel kurulardan geçişlerini ve nihayet süreçen çıkışlarını içeren bütün aşamarı ve bu aşamalarda işleyşe dahil olan bütün birmleri ve işleyiş biçimlerni içerir. Yasma meclislerinin teml görevi kanun yapmak, temsilisi oldukarı toplum adına toplumsal mekanizaları toplumun ihtiycı ve talebi paraleinde oluşturmak olarak tanımlanablir. Bu çerçevde meclisler bir taraftan dış faktölerle diğer taraftan da iç faktörlele iletişim içeriside olacaktır. Dış fakörler kapsamında hükümet, devletn diğer kurumlrı, diğer devletler, devlet içindeki sivil toplum örgüleri, basın ve bireysel olarak vatandaş düşünüleblir. İletişimin ve demokratik katılım anlayışın gelişimi paralelde yasama meclislerile iletişim halinde olan dış birimler hem saysal olarak hem de etkilik düzeyi bakımdan gittikçe büyümektdir. ” 2. Hataları Ayrımlaştırın Yukarıdaki çalışmaya paralel olarak aşağıda bu defa bazı kelimeler yanlış yazılmıştır. Yanlış yazılmış kelimeleri bulmaya çalışırken süratle okuyun veya seminer sunucunuzun verdiği sürede metni bitirmeye çalışın. Ardından tanıma düzeyinizi kontrol edin. “Yasama meclesleri islevlerini yerine getirirkan temelde iki tip faktor gurupunun etkişi altınta kalırlar. Bunlardan birini yasama usüluyle ilgilidir. Meclis üyelesinin binbirlerine göne konunlarının ne olacağı, nasıl bir iliskilenme bicimlerine sahip olacakları, görev bolümü ve dagılımını hangi kurullara bağlı olarak gercekleştirecekleri, işleri hanği işlem akışından hangi yollarla gecirecekleri, hangi işleri gerçekleştirmekte yükümlü oldukları gibi hususlar yasama usulü kavramı çerrevesindedir. Prosedür veya usul hem meclis tarafından hem de meclısle ilişkili dış guruplar tarafından kabul görmüş meşruluk aracidırlar. Yazılı veya sözlü hükümlenden oluşan usul, çatışma ve karmaşanın engelnenmesini sağlamanın ötesinde yasama meclislerinin çıktılarını üretebılmeleri bakınından oluşturulmak zorundıdır. ” 3. Benzerlikleri Ayrımlaştırın Aşağıdaki metinde yan yana yazılmış iki aynı kelime gördüğünüz yere Ö işareti koyunuz. Amacımız benzerlikler arasından aynılıkları tanıyabilmek ve böylece doğru tanıma keskinliğimizi arttırabilmektir. Çalışma bittikten sonra özellikle aslında aynı olmayıp aynı olduklarını zannettiğiniz kelimelere ilişkin tespitlerinizi gözden geçirin. “Yasama meclislerinin etkileşimde etkıleşimde bulundukları diğer değir iç faktör gurubu gunubu yasama meclislerinin idari örgütüyle ilgilidir ilgilidir. İdari örgüt ilk meclis örneklerinde neredeyse tamamen tamamen önemsizken, bir bin başka başka tabirle ilk ikl meclis örneklerinde araştırmaların araştırmaların yapılması, yazışmaların takibi takibi gibi bigi hemen hemen bütün işler üyelerin üyelerin kendileri tarafından tanafından yapılırken, meclislerin gündemlerinin günümüzün modern modern devlet sistemlerinde son zon derece derce karmaşık hale hele gelmesi nedeniyle işlerin islerin bir bir çoğu coğu destek personeli tarafından tanafından yapılmaya yapılmaya başlanmıştır. ” 4. Yoğunlaşma Yeteneğinizi arttırın Doğru tanıma için yoğunlaşma yeteneğimizi geliştireceğiz. Aşağıda rakam veya harf guruplarıyla karşılaşacaksınız. Sizden istenen belirtilen rakam veya harfleri alttaki satırlarda doğru olarak görmeniz ve süratle işaretlemenizdir. Hiç bir taramada süreniz 15 saniyenin üzerine çıkmamalıdır. Sınıfta çalışırken, seminer yönetmeniniz bu süreyi 5 saniyeye kadar indirebilir. a) Sırasıyla 222, 8, 4, 6 rakamlarını tarayın. 35622215421278220122202205487522203112054822209852 01120425622101120222 12089703210326022105620222241031202212456222031622 289722298751012521521 222165497 b) Sırasıyla 568, 12, 48 rakamlarını tarayın. 58897568521556852103216585125687985125681452789326 5858625685856842487987 54568485612356841231757213156841231297511256823123 4975865681023156812312568442 c) Sırasıyla 9760, 138, 97 rakamlarını tarayın. 97614519760069759760560978997609875976970697096797 60542690797609803215609760 12397609760586459760521389760521397605213813129760 532181097606512379760851 d) Sırasıyla kara, kira, uy seslerini tarayın. kakakarakuruykarakanakatakarakerakerigeiakirauruda rakankarakaratadararamekiramakara mekkamerakarakuyuyaraarasarakarakkerekerakkirakara kurunadarenenemanakarakedekarahgkarasna e) Sırasıyla fgph, ş, ö, p seslerini tarayın. fghpmhneafghpfgphphfgfghpkargerinfgphnehfgpheilyşa mbcsçzfgphmakğgkufgğphlkafgphsbfgph zssczvçöjifgtaelfgpzsezfghsatfgphzse. fghpsakfgphsv afghpzfgnpsefghrfghpgfhpgfphfghph f) Sırasıyla iv17, 7m, iv ses veya rakamlarını tarayın. iev13987ievadrın1iv17myv178ıv17k7491iv71tkevi17iv1 7kelmyleivon7iv17mil12iv71sbcnhatek1fiiv 217ieiv1231iv178ıgğü1iv18ivziv18iv1717ivıv17evcaii v17igezlii17vv71vi7m11iv17giv71 2. Daha Çabuk Tanıma Tanımı: Tanıma çabukluğu beynimizin hızıyla ilgilidir. Beynimizin aradığı kelimeyi, sembolü bulabilme hızı çabukluğu oluşturur. Beyin, sembolleri sinirler yoluyla gözlerden aldıktan sonra hafızada mevcut sembolleri taramaya başlar ve bulduğu her sembolle aldığı sembolu karşılaştırır. Tam olarak aradığı sembolü bulduğunda tanıma gerçekleşir. İşte çabukluğu bu arada geçen süre etkiler. Bazı beyinlerde bu süre daha uzun, bazılarında daha kısadır. Bu farklılaşmanın çeşitli nedenleri vardır. Nedenleri: Tanıma hızını etkileyen bir dizi neden arasında en yaygın olanları sıralayalım: 1. Yerleşik Görüntü Zayıflığı: Kelimeleri resim formatında doğru algılamamız ve hafızamıza doğru yerleştirmemiz çok önemlidir. “gökdelen” kelimesini hiç zihninizde canlandırdınız mı? Şimdi bu kelimenin yukarıdaki formatına tekrar bakın; kelimenin uzunluğunu, ilk ve son harfini, “g” harfinin aşağıya, “k, d, l” harflerinin yukarıya uzantısını görün. Şimdi gözlerinizi kapatıp bu kelimenin resmini tüm özellikleriyle canlandırın. Resmini çok iyi çektiğiniz her kelime sonraki okumalarınızda çok hızlı -neredeyse ışık hızında- tanıyabileceğiniz kelimedir. Görüntüsü zayıf yerleşmişse tanınması için beyin daha uzun süre tarama yapmak zorunda kalacaktır. 2. Beyni Hıza Alıştırmama: Beyin hızlı kullanılabilecek halde iken onu hızlı kullanmazsak yavaş çalışma alışkanlığını korur. Gevşek yaşayanların beyinleri de gevşek çalışacaktır. Dolaysıyla hızlı düşünme, hızlı sonuçlara ulaşma yeteneklerinin ardında, bu tür çalışmaları çok yapmak yatar. 3. Beyin Hızını Kösteklemek: Bir kısım çok kötü davranışlar ve yaşayış biçimleri vardır ki ne yaparsak yapalım bunlar beynimizin çalışma hızını ciddi şekilde yavaşlatırlar. Örneğin eğer hafif de olsa sürekli stresiniz varsa bu, düşünce akışınızı bloke eder. Bu blokajın etkisiyle tüm çabalarınıza rağmen beyniniz yavaş çalışır. Bu bağlamda uykusuzluk, fazla yemek(dolu mide) , oksijeni eksik ortamda yaşamak veya diyaframatik soluma yapamamak, çok durgun ve hareketsiz yaşamak gibi tutumlar kesin olarak beynimizin çalışma hızını köstekler. Bu tür yaşantıları olanların tek çözümü yaşantılarını değiştirmektir. Çözümü: 1. Eksik Harfleri Tamamlayarak Okuyun a) Aşağıdaki kelimelerin bir kısmının yarısı alttan, bir kısmının yarısı üstten silinmiştir. Bu kelimeleri zihninizde yerleşik resimleriyle tamamlayarak okuyacaksınız. Böylece beyniniz eksik görüntüleri eksik halleriyle daha çabuk tanımayı öğrenecektir: “UYKU: Uyku hayatımızda her şeyin düzene konulduğu, tamir ve tedavi edildiği son derece önemli bir süreç olarak yaratılmıştır. Bir kaç hafta uykusuz kalmanın ölüme neden olduğu hayvanlar üzerinde yapılan deneylerle ispat edilmiştir. Daha da ötesi insanın yetersiz uykusu ile zihinsel güç kaybı arasında yakın bir ilişki olduğu, uykusuz kalan insanların zihinsel çalışmalarının tamamen durduğu ve düşüncelerini hiçbir şeyin üzerinde yoğunlaştıramadıkları ispat edilmiştir. 48 saat uykusuz bırakılan yüksek öğrenimli kişiler ilkokul çocuklarına öğretilen matematik işlemleri yapamadıkları görülmüştür. (Hürriyet 26. 5. 1193) A. B. D. ’de 1993 yılında yapılan bir araştırma sadece düzensiz uykunun A. B. D. ekonomisine 1993 yılı kurlarıyla verdiği zarar 360 trilyon liradır. (Bozdağ,1996,Yasama Sürecinde. . . s. 40) Lütfen bu bölümü önemsiz bularak geçmeyiniz. Günde 8 veya 10 saat uyuyor olabilirsiniz. Ancak yine de bu uykunuz hiçbir işe yaramıyor olabilir. Çoğumuzun sandığının aksine uykusuzluğun hayatımızdaki engelleyiciliği tahmin ettiğimizden de büyüktür. Oysa çoğu zaman rahatsızlıklarımızın uykusuzluktan kaynaklandığını bilemeyiz bile. b) Size verilen okuma penceresinin kenarını veya herhangi bir düz kenarı kullanarak aşağıdaki satırları önce alttan sonra da üstten yarım kapatarak okuyun. Uyku beynin dinlenme vakti sanılmamalıdır. Tersine uyku beynin vücudun dinlenme ve tamir işiyle meşgul olduğu vakittir. Uykuda beyin değil vücut dinlenmektedir. Beynin elektriksel yapısı üzerinde yapılan araştırmalar zihnimizin uyku esnasında en az uyanık dönemde olduğu kadar yoğun çalıştığını göstermiştir. Aradaki tek fark gece ve gündüz yapılan işlerin farklı olmasıdır. İnsanoğlu üzerinde yapılmış bilimsel araştırmalar uyku üzerinde şu tespitlere ulaşmıştır: 1. İnsan her uyku seansında iki ayrı uyku türünü paylaşımlı olarak ve ihtiyaca göre uyur. Uykumuz ya derindir ya da hafif olarak yüzeyde seyreder. Derin uyku NREM olarak adlandırılmıştır. Bu dönemde cisimsel beden üzerindeki hücre tamirlerinin düzenlenmesiyle ilgilenir. Gün boyunca alkol, sigara, kirli hava gibi etkiler; aşırı yorulma, yaralanma, enfeksiyon gibi nedenler hücre ölümlerini arttırır. Ayrıca bedende her gün normal olarak 10 milyar hücre ölümü gerçekleşir. Bedeni bir milyon katlı bir gökdelen olarak düşünelim. Her an binlerce tuğlası birlikte çürüyüp düşmekte, gökdelenin çökmemesi için yerlerine yenilerinin yerleştirilmesi gerekmektedir. Ancak böyle bir çalışmanın sağlıklı gerçekleşmesi sıfır hatalı bir haberleşme ve analiz sistemini gerektirir. İşte beynimiz NREM adı verilen derin uyku esnasında vücudun maddi tamirinin gerçekleşmesi görevini yüklenir. ” c) Yukarıdakine benzer çalışmaları gazete veya kitap metinlerinde sık sık tekrar edin. Unutmayın: Eksik konumda okuyabilen, tam konumda daha hızlı okuyabilecektir. Beyninize eksik konumla yetinmesini öğretiyorsunuz. 2. Metinleri Ters Çevirerek Okuyun Aşağıdaki metni ters çevirin ve satırların normal akış yönünde (bu defa sağdan sola, ok ile gösterilen yönde) okuyun. Ardından metninizi 90 derece çevirin. Satırları bu defa aşağıdan yukarıya okuyorsunuz. Unutmayın: Farklı açılardan okuyabilen, kelimeleri farklı konumlarda tanıyabilen, sık sık gördüğü konumlarda bir çırpıda tanıyabilir hale gelmektedir. “ŞEFKAT NEDİR? Sevmek bazen uhuvvet(kardeşlik) , bazen aşk, bazen da şefkat kimliğine girer. Sevgi çeşitleri arasında en ulvisi şüphesiz şefkattir. Şefkati tanımı itibariyle diğer Sevgi çeşitlerinden ayıran temel özellik karşılıksız oluşu ve merhamet boyutunu kuşanmış olmasıdır. Şefkat çok yüksek bir duygusal karakter gerektirir. Şefkat hissedişinin zirvesinde olan insan da bu hissedişi yüzünden ya dünyanın en mesut insanı olur ya da hayati ve yaşamayı kendisine zehir eder. Sevgi merkezli hislerin vücudun bio-kimyasal yapısında yaptığı değişiklikleri ortaya çıkarmaya dönük bir yığın araştırma yapılmış; dar anlamda beşeri sevginin, güven duygusunu artıran endorfin hormonu salgısını çoğalttığı, yüksek heyecan ve sevince yol açan emphetamin salgısını körüklediği gözlenmiştir. Los Angeles Psikiyatri Enstitüsünden Mark Gaulstan’a göre, gerçek sevgi endorfin hormonuyla teessüs etmekte, hakiki şefkat belirmekte, bu işte özellikle örnek olarak anne-çocuk ilişkilerinin şefkat merkezli şekillenmesinde Oxytocin maddesinin geliştirdiği “bağlılık ve sokulma” duygusunun büyük rol oynadığı anlaşılmaktadır. (Hürriyet, 9. 2. 1993) Mutluluk hissedişlerinin cismani bedende endorfin, emhetamin, Oxytocin gibi maddelerin salgılanmasıyla temsil edildikleri gerçek olmakla birlikte bu tür hissedişlerin temelde ruhi yönelimlerle yönetildiklerine ancak dışarıdan oluşturulan harici etki(hormon enjeksiyonu gibi) yoluyla da gerçekleşebileceği söylenebilir. Sevgi temel başlığı altında uhuvvet, aşk, şefkat gibi sevginin farklı boyutlarda şekillenmelerinden söz ettik. Boyutu ne olursa olsun, Bediuzzaman’ın da ifade ettiği gibi, sevgi kaynağını “kemal, lezzet ve menfaat” unsurlarından birlikte ya da tek tek alır. Bu realiteden hareketle örneğin aşk ve şefkati karşılaştırdığımızda aşkın birçok sınırlandırıcıyla karşılaştığını görürüz. Karşılık isteyen aşkta “lezzet ve menfaat” unsurları devamlılık ve şiddetlenme açısından ön plana çıkarlar. Bu iki unsurun yokluğu ya da eksikliği aşkın ölüm fermanını hazırlar. Bu yüzden uzun sürebilen özel sevgilerin temel kaynağı aşk değil şefkattir. Çünkü aşık ya muhatabından beklediği “lezzet ve menfaat” boyutlu karşılığı görememekte ya da bu karşılık kendi hissedişine en azından denk gelememektedir. Oysa şefkat hissedişinde karşılık beklenmemesi bu iki sınırlandırıcıdan gelebilecek her türlü engeli aşar. Öte landan şefkatte “merhamet” unsurunun da mevcut olması onun sahibini başka hiçbir hissedişin yükseltemeyeceği mutluluk zirvelerine tırmandırır. Acaba kendilerini çocuklarına duydukları şefaatte kaybeden annelerin tattıkları mutluluk hissedişinden daha yükseklere tırmanabilenler var mıdır? Beşeri ilişkiler çerçevesinde yoktur şüphesiz. Ancak insan şefkati sadece anne-çocuk ilişkisiyle sınırlayarak hayatı boyunca muhtaç olduğu yüksek huzurdan mahrum olmamalıdır. Çünkü 80 yaşında ihtiyarlardan 8 günlük bebeklere kadar bütün insanlar şefkat edilmeye muhtaçtırlar ve Rablerinin engin şefkati altında karşılıksız korunurlar. . . . . . . ” Alıntı: Muhammed Bozdağ 3. Bilgisayar Programlarını Kullanın a) Size verilen bilgisayar programlarından cho1. exe (hızlı görsel gösterim) programını çalıştırın ve oku1. txt, oku2. txt, oku3. txt, okueng1. txt, okueng2. txt gibi isimler verilen dosyaları, sabit ekrana bakarak sırasıyla 2(00) , 4(00) , 6(00) 8(00) kelime/dakika hızlarda okuyun. Yakın benzerlik taşıyan kelimelerin farkını tanımanız bilhassa önemlidir. Odaklanın, dikkatle okuyun. b) cho2. exe isimli programı çalıştırın. Programda karşınıza çıkan menüden “ibareleri tanıma” bölümünü çalıştırın. 1-2-3-4-5 kelimeden oluşan ibareler üzerinde sırasıyla çalışmalarınızı sürdürün. 4. Plaka Okuması Yapın Bir süre plaka okuması yapacaksınız. Dolmuş veya otobüste yolcu iken geçmekte olan veya duran araçlara bakarak plakalarını süratle okuyabilirsiniz. Önemli nokta şudur: Plakaları görür görmez gözlerinizi çevirmeli ve görüntüyü zihninizde canlandırmalısınız. Ne okuduğunuzu plakalara bakarak değil, zihninizde kalan görüntüye bakarak bulmalısınız. 5. Metinlerde Kelime Arayın a) Aşağıdaki paragrafta “eşya” kelimesini arayın: “ÇATIRDAYAN NEDENSELLİK: Eşyanın hakikatini inceleyen en temel bilim fizik eşya olmuştur. Fizik biliminin bulgularındaki değişim eşyanın açıklanmasına dönük felsefeleri de otomatik olarak değiştireşşaymiştir. Newton’un 1600 lerde ortaya koyduğu nedensellik anlayışının en önemli destekçisi olan “tabiat-atom modeli” eşya genel kabul görmüş ve üç asır boyeşşayunca tabiatın katı, kütlesel, kesif, yer değiştirebilireşya karakterde temel inşaat bloklarının varlığına inanılmıştıeşşay. Ancakeşya kuantum fiziğinin derinliklerdeki incelemelerinde atom altı parçacıkların gözden kayboluşu belgelendi. eşya Bu yolda ilk adım Werner Heisenberg tarafından atıldı. “Kesinsizlik-uncertainity” prensibiyle tanımladığı teorisinde bir parçacık yakalanmaya çalışıldığında pozisyonu belirleniyor sonra kaybediliyor, bir an momentumu ölçülebiliyor sonra belirsizleşiyordu. Kuaneşşaytum mekaniği seşyaonunda bu partiküllerin gerçek fizik vücutlarının olmadığını gördü. Newton’un bulgularının eşya tam aksine eşyanın boş eşya uzayda hareket eden katıeşya parçacıklardan oluşeşyamadığı anlaşıldı. Tespitler araştıreşyamacıları sonunda uzayın tamamen nabız gibi atan eşya alanlardan oluştuğu fikrine eşya götürdü. Şimdi kuantum mekaniği parçacıklarıeşşay dalgalar veya ihtizazeşşay paketleri şeklinde alt alanlardaneşşay yukarıya sıçramalar eşya olarak tanımlamaktadır eşya ki bu durum Neweşşayton’un “katı madde” tanımeşşaylamasını yok etmiştireşşay. b) Aşağıdaki paragrafta “fizik” kelimesini arayın: Elimizfizikdeki kitabınfisik yüzey seviyesinde katı madfisikdenin gerçekfizik bir fizikeşya vücudufizik vardır; katı ve kesin olarak maddi varlığı sürer. Ancak fizikmaddenin iç-alt seviyesinde fizikçiler maddi gerçekliği bulamamakta, bunun yerine içerde sadece alanlar ve dalgalar tespit edilmekte, yani “fizikhiçbir şey” bulunmaktaydı. Madde, özünde hiçbir şey ise maddefizik yok muydufisik, biz hayal mi görüyorduk? Gerçekte “yokluk” yoktu yani fizik dışı da olsa vücut vardı; sadece görmekfisik için hangifisik seviyede baktığımız, tabiatı hangi seviyede ve fisikboyutta incelediğimizfizik önemliydi. Çünküfisik bir boyuttafizik varlığı olmayanfizik bir vücutfisik diğer bir boyutta beliriyordu. c) Aşağıdaki paragrafta “ve” kelimesini arayın: Heisenveberg’in keşifveleriyle birlikte madevde içine doğru seyahatevler devam etti. İçerevde değişikve alavenlar keşfedilip tanımlanıncave alanların kendileverinin bir tabanı, en vetemel yönü, en az hareketlilikev (excitation) seviyesi, ihtizaz alanı veya boşluk durumuve ortaya çıkıyordu. Buveradan alanların ana özünün görülmez, geçişken (transitional) temeli, esası anlaşılmaevya başlanvemıştı. ve Bu elektromanveyetik “en az hareketlilik durumlu alan”, atoevm altı parçacıkların yani maddi vücudun bittiği yerde başlıyordu. Bir başka tabirle varlığın vücudu hareketlilik-tahrik(excitation) ile açıkvelanıyordu. Bir elektron titreşimler, dalgalanmalar veya alttaki alanevların harekveetliliği şeklinde var olabiliyordu. Araştırevmalar gösterdi ki elektronun varlığı değişik hareket seviye ve(ya) durumunda bulunabiliyorev; veçok aktif veya sakin olabiveliyordu. Elektronun yaşayabileceği- vücut alemde bulunabileceği değişik hareketlilik durumlarına kesin bir vealt limit-sınır yoktu. veElektron belli bir noktanın altında iyice sakinleşevvetiğinde vveücudunu tamaevmen kayvebediveriyor, yani elektrovemanyetik/enerji alandan da sveıyrılıp yok oluyordu. Hareketin sıfır olduğu noktaveda vveücut sıfır oluyordu. En az hareveketlilik durumu, elektveronun bir parçacıkve etkisi oluşturabilmesiev için yetersiz bir dalgalanevmadan ibaretti. Temel Metin, Alıntı: Mutelak Gerçeklik Yolunda Bilim ve Din, Köprü Dergisi, Bahar 1996, Yazan Muhammed Bozdağ 8. Tanıma hızını arttırmaya destek olan bir diğer çalışma kelimelerin resimlerinin zihne yerleştirilmesi için yapılacak genel sözlük okumalarıdır. Türkçe kelimelerin toplu olarak yer aldığı bir sözlükteki kelimelere tek tek bakarak kelimeleri resimleri yoluyla zihninize yerleştirme çalışması yapınız. Kelimelere bakarken nasıl bir şekil taşıdıklarına özellikle dikkat edeceksiniz. Bu çalışmayı, sizi duraklattığını düşündüğünüz kelimeler üzerinde de yapabilirsiniz. Okuduğunuz metinde bu tür kelimelerle karşılaştığınızda onları çabucak işaretleyin. Daha sonra boş zamanlarınızda bu kelimelerin resimlerine 10 saniyelik zaman ayırarak onları gözlemleyebilirsiniz. Bu çalışmayı sürdürürseniz resimleri hafızanıza yerleştirmek için gerekli süreniz bir süre sonra 1-2 saniyeye kadar inecektir. KAVRAMA ÇERCEVESİ Okuma sürecinin tanıma aşamasını kavrama takip eder. Kavrama aşamasında beyin sembollere bağlanan anlamları, imajları tarar ve bulur. Aşağıda bu süreç gösterilmiştir: görülen kelime Görülen=hafızadaki, kelime hafızadaki, kelime=imaj Ayı Ayı Resim Görme Çerçevesi Tanıma Çerçevesi Kavrama Çerçevesi Görüldüğü gibi sembollere bağladığımız anlamı veya anlamları taşıyan imajları yakaladığımız anda kavrıyoruz. Eğer sembollerin taşıdığı görüntüleri çağıramazsak kavrama gerçekleşemez. Kavrama en basit düzeyde bir resim, ileri düzeyde ise filmdir. Resimleri filme dönüştüremediğimizde tam kavrama gerçekleşemez. Örneğin “Ben+ okula+ gidiyorum. ” cümlesinde “okul”, “ben” ve “gitmek eylemi” ayrı birer resimdirler. Bunları filme dönüştürebildiğimiz an, “okula gitmekte olan ben’in” yaptığı işin film halinde zihnimizde canlandığı andır. Kavrama yeteneğinin gelişiminde iki boyutu dikkate alacağız: Daha doğru kavrama, daha hızlı kavrama. Bu bölümde yapacağımız çalışmaları aşağıda özetleyelim: Daha Doğru Kavrayabilmek İçin: Okumadan önce inceleme yapacağız Okumadan önce sorgulama yapacağız Karışık kelimelerden anlam çıkartacağız İsim-tarih-rakam-yer bilgilerine özel dikkat göstereceğiz Farklı yazı formatlarına özel dikkat göstereceğiz Eleştirerek, mantık bozukluklarını arayarak okuyacağız Yakalayamadığımız anlamları tahmin edeceğiz Metinde yer alan yön kelimelerine özel dikkat göstereceğiz Okumadan önce okuma amacımızı belirleyeceğiz Zihnimizi yazıların fikir planları- yazı iskeleti konusunda eğiteceğiz Grafiklere-tablolara özel dikkat göstereceğiz Daha Hızlı Kavrayabilmek İçin: Kelime dağarcığımızı geliştireceğiz İmaj çağırabilme yeteneğimizi geliştireceğiz Çok okuyacağız Beynimizi hızlandıran süper sağlık kurallarına uyacağız A. Daha Doğru Kavrama Tanımı: Daha doğru kavrama verilen mesajda geçen doğru resmin veya filmin aslına daha yakın olarak zihinde canlandırılmasıdır. Aldığımız tüm mesajları her zaman yüzde yüz doğru kavramamız yani verilen mesajı aynen algılamamız kesinlikle mümkün değildir. Her zaman verilen mesajla bizim algılamalarımız arasında bazı farklılıklar oluşmaktadır. Bizim yapmamız gereken bu farklılaşmaları, sapmaları asgariye indirmektir. Kavrama yanılgısı özellikle mecazların kullanıldığı anlatımlarda oluşur. Olayı tam ve somut ifadelerle anlatan metinlerde kavrama hatası asgariye iner. Aşağıdaki örneklerde verilen mesajlarla, gerçekleşen kavramaları karşılaştıralım. Bu örnekler doğru kavramanın anlamını daha iyi açacaktır: Söz: “Şimdi o tilkiyi hatırlıyorum. ” Kavranan: O hayvanat bahçesindeki tilkiyi hatırlıyor. Ormanda giderken bir tilki görmüştü; o tilkiyi hatırlıyor. Ben kitap okurken bir tilki resmi görmüştüm, tıpkı onun gibi bir hayvanı hatırlıyor. Tilki gibi kurnaz bir adam vardı; galiba öyle bir adamı kast ediyor. Söz: “Uçarak buraya gelin” dedi. Kavranan: Bizim kuş gibi uçmamızı istedi. Bizim uçağa binip uçakla gitmemizi istedi. Bizim koşa koşa gitmemizi istedi. Galiba orada acil bir durum var hemen oraya gitmemiz gerekiyor. Hatalı Kavramanın Nedeni: Yukarıda görüldüğü gibi kavrama biçimleri kişilerin zihinlerinde oluşan çağrışımlara göre çok fazla farklılaşabiliyor. Önemli olan, kişilerin kullandıkları kelimelerin anlam çerçevelerinin doğru bilinmesi ve bu çerçevelerin kaçırılmadan sağlıklı şekilde birleştirilmesidir. Kavrama bu yönüyle bir resim bulmacanın parçalarını birleştirmeye benzemektedir. Kavrama doğruluğunun bozulmasının nedeni bazı mesajların kaçırılması veya alınan mesajların zihin tarafından doğru yerlerine yerleştirilememesidir. Bu yönüyle hatalı kavramanın bir çok nedeni vardır. Dikkat kopması, çağrışımın getirdiği bazı kelimelerin kattığı renkler, bakış açısı, neyin arandığı, neyin kişinin değer yargıları arasında önemli veya önemsiz olduğu gibi bir çok faktör vardır. Bunlar devreye girerler ve orijinal mesajın kimliğini değişik renklere boyarlar. Okuma sırasında pek çok bilgi gözümüzden kaçar. Bir ayrıntıyı kaçırdığımızda o ayrıntıyla ilişkili bir başka bilgiyi eksik kavramış oluruz. dolaysıyla aldığımız bilgi düzeyini en yüksek düzeye çıkarmak zorundayız. Dikkat: Ne kadar yavaş ve ayrıntılı okursanız okuyun dikkatinizi aralıksız olarak koruyamadığınızdan bilginin önemli bir kısmını kaçırmaya mahkumsunuz. Okuma hızının artması kavrama doğruluğunu olumlu etkiler. Bununla birlikte okuma sırasında daha fazla ayrıntıyı yakalayabilmek için bazı egzersizleri yapmak zorundayız. Ayrıca okuma esnasında bazı tutum ve düşünme biçimlerini alışkanlık haline getirmemiz gerekir. Aşağıda verilen bir dizi çalışma kavrama doğruluğunu azami düzeye çıkartmakta bize yardımcı olmayı amaçlamıştır. Yapacağımız çalışmalar şunlardır: Çözümü: 1. Okumadan Önce İnceleme Çalışması Yapın Etkili okuma 5 aşamadan oluşur. Bunların ikisi etkin kavrama için okuma öncesi ve ikisi de etkin belleme için okuma sonrasıdır. Bu kural bir bütün olarak söyle ifade edilir: İngilizce kelimeleriyle; Survey, Question, Read, Remember, Repeat; Türkçe kelimeleriyle; İncele, Sorgula, Oku, Hatırla, Tekrarla. . . İnceleme aşaması soru sorabilmeye temel olabilecek tespitlere ulaşmamızı sağlar. Kitap okuyacaksınız: yazarını, kitabın adını, yayınevini, yayın yılını inceliyorsunuz. Ardından içindekiler, önsöz, son söz bölümlerini okuyorsunuz. Bu arada varsa kitabın her bölümünün sonundaki özetleri okuyorsunuz; tüm sayfaları çevirerek her bölümde yazılanların genel görünümünü inceliyorsunuz. 300 sayfalık normal ebatlarda bir kitap için gerekli asgari inceleme süresi 30 dakika olabilmelidir. Hatta İngiliz yazar Rowntree bu konuda daha da ileri giderek bir saatte okunacak kitabın 30 dakika incelenmesi gerektiğini ileri sürmektedir. Aşağıdaki çalışmaları yapalım: a) Şu anda elinizde olan kitabı inceleyin: Kitabın adını, yayıncısını, konusunu, bölümlerini, bölüm alt başlıklarını, bölüm özetlerini, sayfalarda koyu yazılıp dikkatinizi çekmeye çalışan cümleleri okuyun. Kitabın her bölümünü ayrı ayrı zihninizde canlandırın. Hangi bölüm kaç sayfa? Kitap bir bütün olarak içindekiler bölümü açısından zihninizde nasıl görünüyor? Kitabı bir bütün olarak zihninizde görünceye kadar bu çalışmayı yapın. b) İnceleme çalışmasını seminerde size verilen test metinlerini okumadan önce bu metinler üzerinde uygulayın. Metnin başlığını okuyun. Varsa alt başlıklarını, koyu yazılmış kelime veya cümleleri okuyun. Yazı kaç sahife, paragraflar nasıl ayrılmış? Yazının içindekileri henüz tam olarak anlamasanız da yazının genel bir görünümü zihninizde oluştu mu? c) Benzer çalışmaları kendi kitaplarınızda, gazete okumalarınızda okuyun. Unutmayın, her zaman önce başlıklar, vurgulanan cümleler, varsa özetler okunmalı ve yazının tamamı görülmelidir. Seminer sunucunuz getireceğiniz kitaplarda bu çalışmayı yaparken size yardımcı olacaktır. 2. Okumadan Önce Sorgulama Çalışması Yapın İncelerken edineceğiniz bilgilere dayalı olarak devamlı sorular soracaksınız. Şurası kesindir; cevap bulmamızı garanti eden sır soru sormuş olmamızdır. Okumadan önce ne kadar çok soru sorabilirseniz, okuduktan sonra o kadar çok cevap alırsınız. Sorularınız ne kadar anlamlı, önemli ve derinse, cevaplar da o kadar anlamlı, önemli ve derin olacaktır. Sürekli sormak suretiyle sorabilme yeteneğimizi geliştirebiliriz. Herhangi bir kitap okuyacaksınız: Yazarını tanıyor musunuz? Yazar, konusu hakkında ne kadar güvenilir olabilir? Yayınevi ne tür eserler yayınlıyor, ciddiyet derecesi nedir? Yayın tarihine göre bilgiler ne derece taze olabilir? Kitabın konusu nedir? Olay hangi açıdan sınırlandırılmaktadır ve anlatılmaktadır? Anlatılan konuda neler biliyorsunuz? Bildiklerinizi ne zaman nasıl öğrendiniz? Bildiklerinizle kitabın konusu arasında nasıl ilişki kurabilirsiniz? Kitabın bölümleri arasındaki bağ ne derece mantıklı ve bu bağlar ne derece kitabın adına bağlanabiliyor? Kitabın hangi bölümü ne işinize yarayacak? Hangi bölümde muhtemelen ne anlatılmaktadır? Bunlara benzer yüzlerce soru sorabilmelisiniz. Bu aşamanın en önemli yanı sistemli çalışmanın kapısını açmasıdır. Unutmayalım: Dimmet, “Sistemli düşünmeyi alışanlık haline getirmedikçe tahsilin hiç bir kıymeti yoktur” der. Sistemli düşünmek sistemli çalışmakla mümkündür. Bu çerçevede birinci bölümde vurgulanan çalışmaları yeniden yapın. Bu defa incelerken öğrendiklerinizi soruya dönüştürün. Örneğin kitabın adı: Hızlı ve Etkin Okuma. İncelerken bunu gördünüz. Şimdi soruyorsunuz: “Hızlı okuma nedir? Nasıl hızlı okunur? Ne kadar hızlı okuyabiliriz? Hepimiz hızlı okuyabilir miyiz? Hızlı okursak bu, derslerimizi nasıl etkiler? Hızlı okumanın zekaya etkisi var mıdır? Zeka düzeyi okuma hızını etkiler mi? Hızlı okuma gözlerle mi yapılır? Hızlı okuyabilmek için beynimizi eğitmemiz gerekecek mi? Bu nasıl olacak? Etkin okuma nedir? Hızlı okumadan farkı nedir? Etkin okursak daha iyi kavrayabilir miyiz? Bu kitapta anlatılanlara güvenebilir miyiz? Hızlı okuma ve etkin okuma bir arada olabilir mi? Kitabın hangi bölümleri hızlı okumayı, hangi bölümleri etkin okumayı anlatıyor? Bu iki bölüm ayrı ayrı mı, yoksa bir bütün içerisinde mi anlatılıyor?” Gördüğünüz gibi “hızlı, etkin” kelimelerinden yola çıkarak bir çok soru sorduk. Bu soruları katlayabilirsiniz. Eğer bu soruları sorarak okuyorsanız kavrama düzeyiniz inanılmaz şekilde artar. Çünkü tam okurken beyniniz bu sorulara otomatik olarak cevap aramaktadır. Cevabı bulduğunda ise hemen beyninizde bir ışık çakmaktadır. Okuyarak daha çok öğrenebilmenin en kestirme yolu, diğer tüm teknikler bir yana burada verdiğimiz incemele sorgulama çalışmalarının okumadan önce mutlaka yapılmasıdır. 3. Karışık Kelimelerden Anlam Çıkarın Beynimiz anlamlara ulaşmak için kelimeleri belli bir sıraya koymak zorundadır. Bu sıralama işleminde tecrübesiz olan bir beyin kavramak için daha fazla süreye ihtiyaç duyacak ve muhtemelen sıralamayı eksik yapacaktır. Karışık sırada aldığımız kelimeleri kullanarak beynimizi bu konuda eğitebiliriz. Karışık sırada alınan kelimelere anlam verebilen ve doğruya yakın anlam çıkarabilen bir beyin, kelimeleri düzgün sırada aldığında anlamı çok daha doğru çıkaracak ve kavrama hızlanmış olacaktır. Bu çerçevede aşağıdaki alıştırmaları yapalım. Her bir örneği çabucak tamamlamaya çalışın. a) Dörtten az kelime kullanalım: a) işledi, kızartıcı, yüz, suç b) odur, ne, insan, düşünüyorsa c) arttırır, durmak, hikmeti, aç d) kalkanların, dünya, erken, malıdır e) kalbi, güler, neşelendirir, yüz f) kalbi, güler, neşelendirir, yüz g) sahibini, öfke, çökertir, önce h) biz de, döner, döneriz, dünya ı) ilim, biriktirmektir, öğrenmek, ışık i) kalbe,kalpten, konuşur, sevgi b) Dörtten fazla kelime kullanalım: a) insanı, değil, yokluğudur, çokluğu, yılların, ihtiyarlatan, ideal b) öldürür, yıllar, buruşturur, ruhu, fakat, cildi, idealsizlik c) çalışırlar, ve, başarılı, içinde, insanlar, bulundukları, o, yaşar, zamanı, zamanda d) olamaz, insan, bir, önceden, hiç, planlamasını, bir, zaman, yapmayan, önde e) inanmışlardır, tüm, tarihteki, yaptıklarına, adamlar, büyük f) için, demektir, varsa, besleniyor, gelecek, hedefimiz, planlarımız g) kendi, durduğu, insanın, düşünceleridir, üreten, davranışlarını, zihninde, taşıyıp h) durur, stres, akışımızı, bloke,düşünce, eder, zihnimiz ı) çekinir,ve, aşırı, başından, insan, olan, aklı, yemek, uyumaktan i) her, yardımcı, hastalıklar, gelişimine, zaman, olurlar, ruhumuzun c) Kelime alternatifleri arasından seçim yapalım: a) Okuma. . . . . . . . . . . bir göz. . . . . . . . . . . beyin . . . . . . . . 1. hem de 2. etkinliği 3. etkinliğidir 4. aşinalığı 5. hem b) . . . . . . . . . . insan . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . insandır. 1. küçük 2. hedefsiz 3. başarılı 4. hedefi 5. belirli c) . . . . . . . . . . bir dahi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . çalışın. 1. biz de 2. siz de 3. ne var ki 4. yeter ki 5. olabilirsiniz d) İnsanlar . . . . . . . . . . şeyde çok . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . sıhhat ve . . . . . . . . . . . . . . . . 1. bir 2. aldanıyorlar 3. iki 4. bu 5. bunlar 6. boş vakittir 7. yararlı vakittir e) Nereye . . . . . . . . . bilen . . . . . . . . . yol vermek . . . . . . dünya . . . . . . . . çekilir. 1. bir yana 2. önüne 3. için 4. yoluyla 5. kişiye 6. kişiliği 7. gideceğini 8. geleceğini f) Allah’ın . . . . eserlerine . . . . . . . . . , yeryüzünü . . . . . . . . . . , . . . . . . . . . . . . . sonra diriltiyor. 1. gazap 2. şaşınız ki 3. bakınız ki 4. nasıl 5. rahmet 6. yeşerdikten 7. öldükten g) İnsan . . . . . . . . . . kalacaktır. Sermayesi çok . . . . . Öyleyse onu . . . . . kullanmalıdır. Yoksa . . . . heba . . . . . . . 1. ahırette 2. bu dünyada 3. çok uzun 4. çok az 5. boldur 6. sınırlıdır 7. rasgele 8. dikkatli 9. malları 10. ömrü 11. olur 12. çürür h) . . . . . . . . . . insanlar . . . . . . büyük görürler. Burunları bir karış . . . . . yaşarlar. . . onları . . . . 1. bütün 2. bazı 3. diğerlerini 4. kendilerini 5. yerde 6. havada 7. bu durum 8. küçültür ı) Hızlı . . . . . yeteneğine . . . . insan, hayatını . . . . yaşar, . . . . meşguliyetlerle zamanını . . . . etmez. 1. karamsar 2. heba 3. önemli 4. gereksiz 5. bomboş 6. dolu7. okuma 8. yürüme9. sahip olan i) Çalışmayı . . haline . . insanlar ne . . insanlardır. Oysa . . . insanlar kendilerine . . . ediyorlar. 1. alışkanlık 2. disiplin 3. oluşturan 4. getiren 5. gülünç 6. çalışkan 7. tembel 8. büyük 9. yazık d) Aşağıdaki metinde kelimelerin yerleri karıştırılmıştır. Normal hızınızda okuyun ve normal hızınızda kavramaya çalışın: “çoğu Erdoğan Özdemir aştı sonunda sıkıntıları dünyevi. çocuğu Güzel bir, hayatı tertemiz aile ve mutlu bir vardı. önüne Dünyevi açılmıştı refah. olarak öğretim başlamak Bir üniversitede görevlisi çalışmaya üzereydi. iki aylık gittiği üzere Askerliğini yapmak Burdur’a beri alamamıştım süreden kendisinden bir haber. askerliğini tezkere Sonunda kısa dönem bitirerek aldı. Ailesine sevincini dünya kavuşmanın tattığı o tezkeresinin günde hayatının bilemezdi kendisine verileceğini. Hangimiz günümüzde en sevinçli ebedi saadet mekanlarına başlayacağını yolculuğumuzun bilebiliriz?” M. Bozdağ Okuma bitti,şimdi geriye dönmeden şu sorulara cevap verin: Yazıda adı geçen kimdi? Dünyevi sıkıntıları devam ediyor mu? Üniversitede çalışmaya başladı mı? Bu üniversitenin adı belli mi? Burdur’a niye gitti? Askerliğini uzun dönem mi yaptı? Ailesine kavuştu mu? Yaşıyor mu? e) Aşağıdaki metinde kelimelerin yerleri tersine çevrilmiştir. Zihninizden onları normal konumlarına taşıyın ve anlayın: “yolcudur bir İnsan. sefer-i imtihandır uzun bir geçer sırattan haşirden berzahtan kabirden, dünyadan, rahm-ı maderden, alem-i ervahtan, Yolculuk ise. ” etmelidir telakki asker muvazzaf gidecek bir çabuk dünyadan kendisini İnsan. götürebildi bir şey dünyaya ait kim insanlardan veren dünyaya kalbini bütün uğrunda etmek. Elde kuranlardanım hayalini refahın dünyevi ve ailenin bir mutlu zenginliğin Ben de,. gelmez acı ona ayrılması bizden Onun. doluyuz hüznüyle ayrılığın bir boğulduğumuz hasretiyle biz Ama. çırpınıyordu altında ayaklarımın hayallerim fani bütün çırpındığım uğrunda bendim ve ölen duyduğumda Haberini. dostları en candan Onun. müydünüz düşünmüş hiç bir sonu için böyle Siz onun? düşündünüz mü için Kendiniz? düşünmemiştim Ben. ahiret değeriyle ve bütün dünya değersizliğiyle bütün İşte yüzünde bakmayan aleme ebedi. Okuma bitti. Şimdi şu sorulara cevap verelim: Yolcu olan kimdir? Yolculuk nerelerden geçer? Dünyadan bir şey götüren kimdi? yazar sevinçli mi? Yazar böyle ölmeyi dünündü mü? Dünya değerli mi? İmtihan yeri neresi? 4. İsim-Tarih-Yer-Rakam Odaklı Okuyun Tüm metinlerin en önemli noktaları “kim, nerede, ne zaman, ne kadar” sorularının cevaplarıdır. Bu soruların cevaplarını vermeyen bilginin neredeyse hiç bir değeri yoktur, eksik ve dolaysıyla yanlış bilgidir. En etkin kavrama bu soruları maksimum düzeyde cevaplandıran kavramadır. Esasen metindeki diğer ayrıntıların çoğu ve zaman harcayarak okuduğunuz pek çok cümle derhal unutulup gidecektir. Şu iki cümleye bakın: “Maliye Bakanı vergilerin artacağını söyledi” “Maliye Bakanı Abdüllatif Şener 1. 1. 1996 tarihinden itibaren Tekel ürünlerinden alınan bütün vergilerin %1 artacağını söyledi”. Yukarıdaki metinde kavrama yoğunluğu açısından odaklandığınız kelimeler, hafızanızda kalacak olan bilginin yapısını da belirleyecektir. Eğer ikinci cümlede, olayın 1996 yılbaşından itibaren gerçekleşeceği kavranmamışsa, sözün bir asır önce gerçekleşebilmesi muhtemel hale gelir. Eğer %1 rakamı kavranmamışsa, birileri veya siz bu rakamın % 50 olabileceğini düşünebilirsiniz. Vergi artışının Tekel ürünlerine mahsus olduğu kavranmamışsa, tüm ürünler bu kapsama dahil edilebilir. Görüldüğü üzere boş bırakılan kısımların tamamlanması için binlerce anlam alternatifleri oluşturulabilmektedir ki bu durumda aslında kavranan bilginin hiç bir kıymeti kalmamaktadır. Bu nedenle metinlerde bilhassa isim, tarih, rakam ve olay yeri bilgilerine özellikle dikkat etmeli ve bu yolla kavrama doğruluğu düzeyimizi arttırmalıyız. a) Aşağıdaki metinde dikkat edilecek bilgiler gösterilmiştir. Bu çerçevede okuyunuz: Yıl 1986, bir kış mevsiminde arkadaşım Yaşar Okuyan ve İbrahim Avşar ile birlikte Kastamonu’ya doğru yola çıktık. Ilgaz dağlarına doğru yaklaştığımızda kışın şiddetli soğuğunda bembeyaz kesilmiş tepelerde beyaz çarşaflara bürünmüş dev çam ağaçlarıyla karşılaştık. Söğütlü Köyü yakınlarından geçerken bir trafik kazasına rast geldik. Saat yanılmıyorsam 22. 00 civarıydı. Akşamın karanlığında olanlar yeterince net olarak seçilemiyordu. Görebildiğim kadarıyla bir taksi yokuş aşağı giderken kamyonun arkasına çarpmış ve altına girmişti. Taksiden feryatlar yükseliyordu. İki kişinin taksinin arka kapılarını açıp çıkmaya çalıştığını gördüm. Taksinin ön tarafı kamyonun altında iyice ezilmişti. Bu olay bana bizdeki trafik kazalarının yoğunluğunu hatırlattı. Her gün Türkiye’nin yollarında ortalama 15 kişi ölüyor. Bir bu kadar da yaralanıyor. Bu dehşetli bir vahşet. Uzatmayalım elimizden gelen yardımı yaptık. Şükür ki bu sefer ölen yoktu. Sadece yaralananlar vardı. Taksideki adı Salih gedik olan şoför ile yanında oturan eşi Nermin Gedik kırılan camların yüzlerini parçalaması nedeniyle yaralanmışlardı. Sorular: Olayın konusu nedir? Olay hangi yıl gerçekleşti? Nerede gerçekleşti? Hangi mevsimdi? Ölen var mıydı? Hangi köyün yakınlarında? Ölümler nerede oluyor? Kaç kişi hangi zaman periyodunda ölüyor? Kaç kişi yaralandı? Adları nedir? Kaç kişi yolculuğa çıkmıştı? Adları belli mi? Hangi araçlar çarpıştı? b) Normal okumalarınızda isim, tarih, olay yeri ve rakam bilgilerinin altını çiziniz. Bir süre devam edeceğiniz bu çalışma bu tür bilgilere özel önem vermenizi alt şuurunuza öğretecektir. Aşağıdaki metinde isim, tarih, rakam, olay yeri bilgilerinin altını çiziniz: “HAKKI DEDE ANKARA (Zaman) - Milli Eğitim Bakanlığı, 'Bilgisayar Deneme Okullarının Yaygınlaştırılması Projesi' ile 'Uzaktan ve Bilgisayar Ortamlı Eğitim Projesi 'adı altında 2 ayrı proje başlattı. 2 milyar 475 milyon 688 bin dolara mal olacak birinci projenin 240 milyon 128 bin dolarını Türk Hükümeti karşılarken 2 milyar 235 milyon 560 bin doları dış kaynaklı kredi olarak temin edilecek. Bilgisayar Ortamlı Eğitim Projesi ise 4 milyar 247 milyon 687 bin doları Türk Hükümeti katkısı, 2 milyar 738 milyon 680 bin doları dış kaynaklı kredi olmak üzere 6 milyar 986 milyon 376 bin dolara mal olacak. İki proje toplam 8 milyar 681 milyon 936 bin dolara mal olacak. Projelerle yakından ilgilenen yerli ve yabancı şirketler hazırladıkları teklif paketlerini hükümet ve Milli Eğitim Bakanlığı'nın ilgili birimlerine sunmaya başladılar. Kullanılacak dış kaynaklı krediler dolayısıyla uluslararası ihalelere açık olacak projelerle Microsoft, Apple, Intel gibi dünya çapındaki bilgisayar devlerinin de ilgilendiği ileri sürülüyor. Söz konusu projeler ile okul öncesi, ilköğretim ve ortaöğretim kurumlarında bilgisayarlı eğitime geçilmesi ve her öğrenciye bir bilgisayar kazandırılması planlanıyor. Ancak bilgisayar teknolojisinin hızla değiştiğini dile getiren uzmanlar, devlet eliyle gerçekleştirilerek toplu bilgisayar alımlarının ülkeyi bilgisayar çöplüğü haline getireceğine dikkat çekiyorlar. NOT: aynı çalışmayı gazete veya kitap okumalarınızda kendinizi tatmin edici düzeye gelinceye kadar yapın. 5. Farklı Yazı Formatlarına Dikkat Edin Benzer olanlar arasında farklı olan fark edilebildiğinden daha etkin kavranmakta ve bellenmektedir. Bu durum da kavrama doğruluğu düzeyini etkilemektedir. Yazarlar çoğu zaman okuyucularına yardımcı olmak için metinlerinde özel ve farklı formatlar kullanırlar. Eğer normal bir metinde koyu, italik, altı çizili veya “tırnak içinde” yazılmış kelimeler görülüyorsa bunların özellikle hazırlanmış olduğunun bilincinde olunmalıdır. Okuma esnasında tam o kelimelere özel bir ilgi gösterilmeli, en önemli anlam vurguları o kelimelerde aranmalıdır. Aşağıdaki metinde böyle bir çalışma yapılmıştır. a) Dikkat etmemiz beklenen kelime veya ibarelere özel ilgi göstererek okuyalım: Bu insanları anlamak çok güç. “Amerika’da” yapılan bir araştırmayla insanların dikkatini çeken konuların tespiti amaçlandı. Araştırma sonucunda insanların kesin dikkatini çeken hususlar şöyle tespit edildi: Şiddet, zenginlik, sağlık, şöhret ve cinsellik. Bu beş unsurun her birinin yer aldığı bir “film” ürettiğinizde gişe rekorları kırabilirsiniz. Bu yüzden filmlerde cinsellik, cinayet, sağlık sorunları, zenginlik hep bir arada işlenmektedir. “1994” yılında bir “film” seyretmiştim. Adı Holywood Kaplanları idi. Filmi seyrettirmek için bütün cezbedici unsurlar kullanılmıştı. Acaba bu cazibenin insanlara bir faydası var mı? Hayır. İngiliz Arnold Beneth’in “Günün 24 Saatini Yaşamak” adlı kitabı okuyunca bunu daha iyi anladım. Hayal ülkesine dalıp kendimizi aldatmaktan başka bir işe yaramıyor yaptığımız. Tembel insanları hayat tatmin etmiyor ve sinema ekranlarına yansıtılan hayalle kendilerini tatmin etmeye çalışıyorlar. Sonuçta tatminsizlik artıyor. Sonuçta kaçınılmaz olarak bir bunalım kuşağı doğuyor. Emin olun televizyon olmasa bir çok insan günlük bunalımları arasında boğulacaktır. 100 yıl önce televizyon mu vardı? Televizyon bütün hayatı kuşatıyor ama suç ve intihar da her geçen gün katlanarak artıyor. b) Kitap veya gazete okumalarınızda zihninizin özellikle dikkat etmesini istediğiniz bu tür metinleri tarayınız. Özel ve farklı formatlı kelimelerin altlarını çiziniz. 4. Eleştirin, Mantık Bozukluklarını Bulun Aktif zihin metin içeriğini daha yoğun ve doğru kavramaktadır. Zihin aktivitesini arttıran en önemli faktörlerden biri eleştirebilme ve mantıksal ilişkileri yakalayabilme yeteneğidir. Okuma bir imajinasyon sürecidir. Okuyucunun zihninde bir dizi film oluşur. Eğer kişi roman okur gibi kendini kaybed
İnternet devletlerin ve şirketlerin hayatından daha öteye giderek bireylerin dünyasını şekillendirme etkisini sürdürmektedir. Toplumsal hayatın bütün kurumları da pozitif ve negatif bir değerlendirme ile bu etkinin altında hızlı değişim yaşadığı ve Friedman’ın “Küreselleşme 3.0” (2010:20) olarak adlandırdığı bu sürecin hangi boyutlarda gelişeceği ve gelecekte başka hangi düzleştiricilerin ortaya çıkacağı şimdiden kestirebilir bir durum olmaktan uzak görünüyor. Kristof Kolomb’un yola koyuluşunun altında sadece sermaye aramak olmadığını da anladığımız kitabın girişinde yer alan ifadelerinde (Friedman 2010: 13), yazarın kendi girişinin ilk ifadeleri olarak atıfta bulunması bir tesadüf olmasa gerek. Kitabın her bölümünde, dünün emek yoğun sermayesinin bugünün bilgi yoğun sermayesine dönüşmesinin ötesinde, bu bilginin kullanımı ve paylaşımında kullanılan teknolojinin inanılmaz ölçüde cyber etkisini 1 ve 0’ın dijital kodlarından sıyrılıp toplumsal hayatı nasıl etkilediğine şahit oluyoruz. Bir telefon şirketinin “Aslolan teknoloji değil, onunla ne yaptığın” (Nokia, Reklamları) sloganı gerçekten kitabı özetleyen efradını cami ağyarını mani bir ifade. Bilişim teknolojilerinin etkin bir şekilde kullanılmasının bir farklılık olarak algılanmaya başlandığı günümüz dünyasında, internet her saniye değişen ve yirmi dört saatte eskiyen bilgiye ulaşmanın bir aracı olarak, bilginin paylaşılmasının ve kullanılmasının bir yolu olarak görülmektedir. Bize göre adının “Friedman’ın seyir defteri” olması gereken Thomas L. Friedman’ın “Dünya Düzdür -21. Yüzyılın Kısa Tarihi” isimli eserinin, ödev sınırlılıkları çerçevesinde bir eleştirisidir. KAPSAM
Çalışma, Dünya Düzdür -21. Yüzyılın Kısa Tarihi- isimli kitabın eleştirisini içermektedir. Adı geçen eser eleştirel bir yaklaşımla ödev sınırlıkları kapsamında ele alınacaktır. YÖNTEM
Kitap, ödev görevinin alınmasından sonra temin edilerek okunması, okuma sırasında notlar alınması ve notlara kişisel görüşlerin de eklenmesiyle okuma işi gerçekleştirilmiştir. Kitabın yazarı hakkında http://www.thomaslfriedman.com sayfasından yazar hakkında bilgi edinilmeye çalışılmış, farklı web sayfalarından kitap hakkında başkalarının düşünceleri de taranarak bilgi edinilmeye çalışılmıştır. Kitap planlı sorularla[1] incelenmiş ve sorulara cevap bulunmaya çalışılarak değerlendirilmiştir. Her bölümün sonunda ilgili bölüme ilişkin değerlendirme ve görüşlerin yer aldığı Değerlendirme ve Görüşler bölümü oluşturularak bölüm hakkında düşüncelerimiz eleştirel bir yaklaşımla yansıtılmaya gayret edilmiştir. Kitabın amacı, yazar bu kitabı niçin yazdığı, hedef okuyucu kitlesinin kimler olduğu ve yazarın amacına ne ölçüde ulaşıp ulaşmadığı belirlenerek, kitabın hangi amacı belirlenmeye çalışılmıştır. Kitap hangi alana ait olduğu ve bu alan içindeki yerinin tespiti, yazarın etkilendiği sosyal, politik, ekonomik vb. değişkenlerin neler olduğu, içeriğin, olgusal veya teorik olup olmadığı, yazarın konuya yaklaşımı açıklanmış ve kitabın bölümleri hakkında bilgi verilmiştir. Yazarın savunduğu temel fikir ya da fikirlerin neler olduğu tartışılarak, yazarın görüşlerini ne ölçüde birbiriyle uyumlu olarak ortaya koyduğu incelenmiştir. Ayrıca, kitabın güçlü ve zayıf yanları ve sınırlılıklarının tespiti yapılarak, yazarın yaklaşımı, hedef kitlenin akademik ve uygulamacılar açısından hangi beklentilere cevap verebildiği ortaya konularak içerik bilgisi sunulmak istenmiştir. Kitabın, akademik ya da popüler olarak hangi üslupla yazıldığı, anahtar sözcükler, temel kavramlar ve terimleri, yazarın ne ölçüde kullandığını belirlemeye çalışırken, bu üslubun hedef kitleye uygun olup olmadığına da dikkat edilmiştir. Kitapta yazarın fikirlerini destekleyici, metin içinde, tablo, çizelge, grafik vb. kullanıp kullanmadığının yanı sıra savunmalarını dil açısından ne ölçüde doğru yapıp yapmadığı da tartışılmıştır. Kitabın Türkçeye tercümesi dil açısından, ne ölçüde anlaşılır ve etkili kullanıldığı da göz önüne alınmıştır. Kitabın kendi alanına yaptığı en önemli katkının yanı sıra, gelecekte buna benzer hangi çalışmaların yapılabileceği gibi değerlendirmeler ve eleştirilerle çalışma tamamlanmıştır.
BİRİNCİ BÖLÜM
Kitabın Kimlik Bilgileri KİTABIN ADI Dünya Düzdür- 21. Yüzyılın Kısa Tarihi ORJİNAL ADI The World is Flat YAZAR Thomas L. Friedman EDİTÖR Gülşen HEPER ÇEVİREN Levent CİNEMRE YAYIM YERİ İstanbul YAYIMCI Boyner Yayınları YAYIM TARİHİ 2010 BASKI 6. Baskı SAYFA SAYISI ANAMETİN: 13-455 DİZİN: 461-477 FİYATI 35 TL. ISBN 978-975-7004-50-9 1. Yazar Hakkında
Thomas L. Friedman New York Times dış haberler köşe yazarı. Thomas L. Friedman 2002 Pulitzer Ödülüyle[2] birlikte üç Pulitzer ödülü almıştır. Friedman 1995 yılında, New York Times’da dış haberler köşe yazarı olarak yazmaya başladı. Beyaz Saray Ekonomik muhabirleri şefliği de yapan Friedman daha sonra Washington bürosunda ekonomi haberleri muhabir şefi olarak çalıştı. Friedman 1981’de The Times’a 1982’de Beyrut’a Büro şefi olarak atandı. 1984’de Beyrut’tan 1988’e kadar görev yapacağı İsrail’e 1984 yılında atandı. Friedman 1983’te Lübnan tarafından, 1988’de de İsrail tarafından Pulitzer Ödülünü kazandı. Düz yazılarıyla 1989’da kitabıyla Ulusal Kitap Ödülünü Beyrut’tan İsrail’e kitabıyla ve 1989’da 27 dilde yayınlanan Lexus ve Zeytin Ağacı kitabıyla 2000 yılında dış politika üzerine yazılmış En İyi Kurgusal Olmayan Kitap Yazarı olarak 2000 Denizaşırı Yayıncılar Kulübü Ödülünü kazandı. Onun son kitabı, Doğu ve Batı Davranışları, 11 Eylülden Sonra Dünyayı Keşfetmek (2002), Friedman’ın köşe yazıları 11 Eylül hakkında yazılmış konuları içerdiği kadar onun tecrübelerini ve görüşlerini yansıtan günlük Eylül sonrası durumu yansıtan röportajları da içermektedir. Minneapolis’te doğan Friedman, Brandeis Üniversitesinde 1975 yılında aldığı diplomasıyla, 1978’de Felsefe Yüksek Lisans derecesini Modern Ortadoğu teziyle Oxford üniversitesinde yaptı. http://mitworld.mit.edu/video/266, (18/12/2010) 2. Ne Dediler:
Kitap hakkında ileri sürülen görüşlerin tamamının bu çalışmanın sınırlılıklarını aşacağından aşağıya bu konuda söylenen birkaç alıntı ile yetinmek durumundayız. Diğer görüş ve düşünceler, tartışmalara kaynaklar kısmında verdiğimiz linklerden ulaşılması mümkündür. "Küreselleşmenin heyecan verici ve okunabilir bir açıklaması… Friedman büyük bir gidişatın durumunu ilgi uyandıracak bir tarzda sunuyor... Bu harika kitabın yaptığı şey size yeni bir yol göstermek. Friedman gerçekten bu amacına başarılı bir şekilde ulaşmış... Kışkırtıcı ifadelerle Friedman, gelişmiş ve gelişmekte olan dünyaları hepimiz için anlamlı hale getiren önerile sunuyor..."–Joseph E. Stiglitz, The New York Times. "Dünya Düzdür Friedman’ın 1999 yılında oluşturduğu Lexsus ve Zeytin Ağacı binasında küreselleşmenin amigosu, harika ve imtiyazlı açıklayıcısı olarak görür. Küreselleşmenin süreçleri, Friedman’ın bu kitapta hediye ettiği ve gösterdiği onun başöğretmenliğinde, duygusal söylemleriyle, ticari öngörüsüyle derin ekonomik olayların açık ve duru bir şekilde açıklanmasıdır." Warren Bass, The Washington Post. “Son 15 yıl boyunca dijital teknolojinin macerasını, onun küresel kontekste aldığı yeri hoş bir tarzda özetlemektedir.. Friedman asla büyük problemler ve zor ve hırsla tartışmalara girmez..."–Paul Mangnusson, BusinessWeek http://www.thomaslfriedman.com/.../the-world-is-flat-3 (18/12/2010) “Friedman’a göre dünyanın düzleşmesi insanları birbirlerine yaklaştırıyor. Bu doğru olsa da benzer süreçlerin insanları birbirinden uzaklaştırabileceğini de unutmamak lazım. Şöyle bir etrafınıza bakınca hemen göreceğiniz gibi, artık insanlar evlerinden çıkmadan âşık olup, Internet üzerinden evleniyor, çocuklarıyla ‘chatleşip, arkadaşlarıyla sanal gezintiye çıkıyor. Haklısınız, mucizevî bir şekilde karşılaştığınız birine âşık olmak, büyük bir orduevi salonunda cümbür cemaat evlenmek, çocuklarla maç seyretmek ve sandal gezintisine çıkmak bu türün üyelerine çok daha uygunmuş gibi görünüyor. Ama artık yapacak bir şey yok. Ok yaydan çıkmış, sosyal evrimin kuvvetleri seçimini yapmış ve en önemlisi de dünyayı dümdüz eden idealizm ‘yıka ve çık’ amaçlı hepsi bir arada sanat eserlerini çoktan keşfetmiş durumda… Dünya düzleşirken, insanları da düzleştiriyor. Friedman’ın atladığı noktalardan biri bu. N. Emrah Aydınonat, http://www.neaydinonat.com/gunluk/?p=816 3. Amaç:
Yazarın kitabı, gelişen teknolojinin bir aracı olarak internetle birlikte dünyanın her geçen gün sanal olarak bir birine yakınlaşan, uzaklıkların kaybolduğu, mesafelerin kısaldığı, diğer dünya toplumları ile batı dünyasının girdiği etkileşimi özetlemek ve geleceğin ekonomik kalkınmasının başarılı olması için yapılması gerekenlere ilişkin farkında olunması gereken yeni gelişmeler hakkında kendi ülkesinin yönetici, iş adamları ve gençlerine, diğer toplumlara ise batının ekonomik ve teknolojik gücü karşısında, kaçınılmaz bir bütünleşme süreci içerisinde olmalar gerektiğini anlatmak ve yaşadığımız dünyanın hangi yöne gittiğini göstermek amacıyla yazılmıştır. Yazarın bu çalışmasının oldukça başarılı olduğu, ektili bir üslupla, politika üreticilere, uygulayıcılara ulaşmasını istediği mesajı ulaştırdığı görülmektedir. 4. İçerik:
İş dünyasının yönetimine ilişkin olarak yazılan kitabın, dünyamızın sanayi devrimi sonrasında yaşadığı ve bugün geldiğimiz noktada bilişim teknolojileri ile hızlanan gelişmeler ve değişimlerin ektisiyle kaleme alındığı anlaşılmaktadır. Özellikle kitabın bütün bölümlerinde batı ile doğu arasında kurulan cyber köprüde, devletlerin, şirketlerin ve bireylerin ayak seslerini duyarsınız. Yazar kitabını, küreselleşmenin örneklerini batı ve doğudaki şirketlerden, bireyler üzerindeki etkilerini örnek olaylarla hikâyemsi bir ifadeyle aktarır. Elinizde tuttuğunuz teknolojinin, üzerinde gezindiğiniz araçların, çalıştığınız bilgisayarın bir anda dünyanın her yerinde, Çin’de, Hindistan’da, Kore’de, Rusya’da, ABD’de yaşayan insanların dokunduğunu biraz da ürpererek hayretle dünyanın gerçekten düzleştiğini hissedersiniz. Kitap altı ana bölüm ve bu bölümler altına serpiştirilmiş on üç alt başlıktan oluşur. Biz hem bu bölümlerin neler olduğunu hem de bölümlerle ilgili düşüncelerimizi bölümü ve alt başlıklarını anlatırken birlikte vermenin bütünsellik açısından uygun olacağını düşünüyoruz. Bölüm Ana Başlıkları ve Alt Başlıklarının içerik dizilişi aşağıdaki gibidir: 5. Dünya Nasıl Düz Oldu?
5.1.1. Ben Uyurken
Dört alt başlıkta incelenen bu bölümde yazar (Bkz. Friedman, 2010: 11-220), “Ben Uyurken” başlığı altında Küreselleşmeyi, Kristof Kolomb’un, 1492 tarihli keşif yolcuğunun seyir defterinden, Avrupa devletlerinin, Müslüman devletlerince, Avrupa’ya ticaret yollarını kapatmasıyla birlikte kendisine yeni ticaret yolu bulmaya çalışmasının gerekçesi ile başlayan yolculuğu ile başlatır (Friedman, 2010:13). Her ne kadar yazar burada üzerinde durmasa da, Kolomb’un yolculuğunun başlama nedenini açıkladığı seyir defterindeki alıntısında da anlaşılacağı üzere, sadece ticari kaygılar taşımadığı, bu yolculukla misyonerlik faaliyetlerinin de başladığına şahit olmaktayız. Dünyanın düzleşmesi sürecinin hangi noktaya geldiğini Hindistan’a düzenlediği yolculuklar sırasında fark eden yazar, Kolomb’un denizden ulaştığı ülkede, kendi zamanında servetin kaynağını oluşturan nesneleri – değerli madenler, ipek, baharat aradığını bugün kendisinin karadan ulaştığı ülkelerde, nesneler, donanım değil; beyin gücü, karmaşık algoritmalar, bilişim işçileri, çağrı merkezleri, iletim protokolleri, optik mühendislikte yapılan atılımları yani çağımızın servetinin kaynağını oluşturan şeyleri aradığını ifade eder (Friedman, 2010:14). Amerika’daki şirketlerin taşeronlarının Hindistan’da varlığının, Amerika’daki şirketlerin işlerinin Hintlilerde nasıl yapıldığını gören yazar, bize dünyanın gelişen teknolojisinin nasıl hızlı ve sınır tanımayan etkisiyle her bir ülkeyi dünyanın bir mahallesi yaptığının farkına varır (Friedman, 2010:311). Yazarın uyanışı onun küreselleşmeyi tarihsel olarak üç bölümde incelemesinin de nedeni gibi görünüyor: Küreselleşme 1.0; Küreselleşme 2.0 ve Küreselleşme 3.0. Yazar, Kolomb’un Eski Dünya ile Yeni Dünya arasında ticareti başlatan sefere çıktığı tarih olan 1492 yi küreselleşmenin miladı olarak kabul eder. 1492-1800 yıllarının arasında yani “Küreselleşme 1.0’”da, cevaplanması gereken önemli soru “Küresel fırsat ve rekabette ülkemin yeri neresi?” “Ülkem aracılığıyla küreselleşip diğerleriyle işbirliğine nasıl gidebilirim?”dir (Friedman, 2010:19). Bu soruya verdiğiniz cevaptaki isabetlilik sizin küreselleşme 1.0’ın neresinde olduğunuzu da belirleyecektir. Küreselleşme 2.0’ın miladı sanayi devrimidir. 1800’lü yıllardan 2000’li yıllara kadar süren Küreselleşme 2.0, dünyayı orta boydan küçük boya indirerek, buhar makinesinden fiber optik kablolara, kişisel bilgisayarların evlere kadar girmesiyle olgunlaşır. Sizin küreselleşme 2.0’ın neresinde olduğunuzuz görebileceğiniz, cevaplanması gereken kritik soru; Küresel ekonomide şirketimin yeri neresidir? Nasıl küreselleşebilirim ve şirketim aracılığıyla diğerleriyle nasıl işbirliğine girebilirim?” dir (Friedman, 2010: 19-20). Küreselleşme 3.0’ın miladı bilişim teknolojisindeki yaygınlaşmayı hızlandırsan internetle birlikte başlar. E-ticaretin dünyanın her yerinde yaygınlaşmasıyla birlikte sınırların kâğıt üzerindeki haritada birer resim olarak kaldığı dönemdir. Bu çağın kritik sorusuna vereceğiniz cevap bugün sizin küreselleşen dünyanın neresinde olduğunuzu da ortaya koyacaktır. “Birey olarak, diğer insanlarla küresel işbirliğine nasıl gidebilirim? (Friedman, 2010: 20-21) Her dönenim itici gücünden bahseden yazara göre, Küreselleşme 1.0’ın itici gücü ülkenizin ne kadar kas gücünün olduğu ve bu gücün ne ölçüde yaratıcı olduğudur. Küreselleşme 2.0’ın itici gücü; çok uluslu şirketlerdir. Küreselleşme 3.0’ın itici gücü ise bireylerin rekabet ve işbirliği gücüdür (Friedman, 2010: 19-21)., Bunun çarpıcı bir örneğini yazarın şu cümlesinde bulmak mümkün; “ Kolomb, tesadüfen Amerika’ya gitmiş, ama Hindistan’ın bir parçasını keşfettiğini sanmıştı. Bense gerçek Hindistan’a gittim, ama orada tanıştığım birçok insanın Amerikalı olduğunu düşündüm.” (Friedman, 2010:15). Bu ifadelerle birlikte, yazar bu alt bölümde ABD şirketlerinin ülkelerinde yapabilecekleri bir çok işi ülkelerindeki yasaların da zorlamasıyla vergi, işçi ücretleri, maliyet gibi zorluklardan kaçınmak için; muhasebe beyannameleri, yaratıcı olmayan sıkıcı muhasebe işlerini yaptırılmasından tutun ABD’deki hastanelerin radyologların CAT (bilgisayarlı tomografi ) görüntülerinin rapor edilmesine, borsa maliyet analizlerinin yapılmasına, merkezi ABD’de olan bir çok şirketin çağrı merkezi olarak Amerikan aksanı ile İngilizce konuşma eğitimi alan Hintli kadınları kullanmasına varıncaya kadar bir çok işi Hindistan topraklarındaki taşeron firmalar aracılığıyla yapıyor olmalarından başlayan, Japon firmalarının Çin’deki taşeron firmalar aracılığıyla benzer işleri yaptırıyor olmalarına kadar “en zengin insan kaynakları ve en ucuz işgücünün olduğu yere doğal olarak ve ekonominin bir kuralı olarak şirketlerin kaydığını anlatmaktadır. Burada yazarın önemle üzerinde durduğu ve kitabının hemen her yerinde bahsettiği bu ve benzeri ilişkilerle, gelişen teknoloji arasında bir ilişki kurar. Bu ilişkilerden hareketle kaygısını bir görüşmeden naklen, “önce gençlerimiz yabancıların yanında çalışacak, sonra da kendi şirketlerimizi kuracağız. Tıpkı, bina yapmak gibi. Bugün Amerikalılar olarak binanın tasarımını, mimarlığını siz yapıyorsunuz. Gelişmekte olan ülkeler de binanın duvarlarını örüyor. Umudum o ki günün birinde mimar biz olacağız.” (Friedman, 2010: 25-45). Yazar, dünyanın düzleştiği sırada ABD halkının, bireylerin, şirketlerin, uyanarak hâkimiyetin gün gelip ellerinden çıkıp gideceğini dünyanın her yerinde bekleyen insanların dünyanın yönetimini ele geçirecekleri uyarısını yaptığını düşünebiliriz Friedman Dünyanın düzleşmesinin ve bu kitabı yazmasının temel nedeni olarak açıklamasını şu cümle ile özetler; Hemen her şeyin dijitalleştiği, sanallaştığı ve otomasyona geçtiği bir aşamaya giriyoruz. Yeni teknolojik araçları kullanabilen, ülkelerin şirketlerin ve bireylerin verimlilik artışı şaşırtıcı düzeylere yükselecek. Girmekte olduğumuz bu aşama, dünyada şimdiye kadar görülmedik sayıda insanın, yenilikçiler, işbirliği yapanlar ve ne yazık ki teröristler olarak, bu araçlara ulaşabileceği bir aşama. Devrim mi istiyorsunuz? İşte gerçek bilgi devrimi başlamak üzere (Friedman, 2010:51-52). Kitabını yazış amacını da, “düzleşen dünyadaki değişimi lehimize (ABD lehine) olacak şekilde nasıl planlayabileceğimize ve nasıl yönetebileceğimize dair bir nasıl dönüştüreceğimize dair bir çerçeve ortaya koymak” olarak ifade eder (Friedman,2010: 54). 5.1.2. Dünyayı Düzleştiren On Güç
Yazar bu bölümde düzleştiriciler olarak tanımladığı dünyayı düzleştiren on ana siyasi olay, yenilik ve şirketin birleşik gücün etkisinden bahseder (Friedman, 2010: 55-160). Ancak şunu vurgulamak gerekir ki, bu olaylar zinciri bir süreç olarak ele alındığında ve bir bütün olarak ele alındığında anlamlı olmaktadır. Neden Sonuç ilişkisi içerisinde bir birini izleyen ve bir olay ya da olgunun neden olduğu sonuç bir başka nedenin de başlangıcını oluşturmaktadır. Başka bir ifadeyle yazarın tarihi kronolojik olarak açıkladığı bu siyasi olaylar ve diğer etkenler aslında düz bir çizgide gerçekleşen olaylar zincirinden çok helezonik olarak birbiri içine girerek yayılan dalgalar şeklinde gerçekleşmiş ve gerçekleşmektedir. Dünyayı düzleştiren ilk düzleştirici (Düzleştirici 1), 9.11.1989’da Berlin duvarının yıkılışı ve bu yıkılışın ardından Bunlardan ilki Berlin Duvarının yıkılışıyla başlayan, dünyanın sosyal ve siyasi bağlamda özgürlük ve demokrasi mücadelesinin önünde duran duvarın da yıkılarak, dünyayı sınırsız bir şekilde algılanmasına neden olan sonuçlarıdır. Yazar Nobel ödüllü Hintli ekonomist Amartya Sen’den aktardığı şu ifade bu düzleştiricinin etkisini özetlemektedir. “Berlin duvarı sadece insanların Doğu Almanya’da tutmanın simgesi değil, aynı zamanda geleceğimize ilişkin küresel bir görüş geliştirmeyi engellemenin de bir yoluydu. Duvar oradayken dünyayı küresel olarak düşünemezdik. Dünyayı bir bütün olarak düşünemezdik.” (Friedman, 2010: 58) Yazarın bölüm başında dikkati çeken “Duvarlar Aşağı, Pencereler Yukarı” ifadesinde yer vermek istediği Windows İşletim Sistemindeki gelişmelerdir. Bilgisayarlar komünizmin dayandığı yukarıdan aşağı iletişim sisteminin aleyhine, yatay iletişim sistemini büyük oranda geliştirdi. Bu komünizmin tabutuna çivi çakan gelişme, iletişim teknolojiyle birlikte dünyanın düzleşmesine neden olan 2.0’ın da tohumlarının atıldığı olaylar zincirinin de başlangıcı olarak kabul edilebilir (Fridaman,2010: 56-60). Dünyayı düzleştiren ikinci (Düzleştirici 2) 9.8.1995’li yıllarda teknolojik bir gelişme olarak, 1990’ların başından itibaren gelişen “www”nin icadıdır. World Wide WWW, FTP, HTTP, SSL, SMTP, POP, TCP/IP, e-posta, fiber kablolu ağlar gibi evinizden dünyanın herhangi bir yerindeki her tür bilgiye ulaşabilme teknolojisinin, iletişim yolunun açılması, paylaşımın dijital ortamda şirketler arasında kullandığı sektöründeki gelişmelerdir. (Friedman, 2010: 69-77). Dünyayı düzleştiren üçüncü etki (Düzleştirici 3) bilgisayar ve iletişimin kutsal ruhu olarak tanımlanan internetle birlikte kâğıt kalemle yürütülen işleri artık bu işler için geliştirilen yazılımlar yapmaya başladığı dönemdir. İşinizi artık sizden daha hızlı ve hafızası daha güçlü, dünyanın her yerindeki işlerinizi de takip edebilen yazılımların geliştirilmesi dünyayı düzleştiren bir diğer etken. Hem de bunu artık sadece iş yerinizdeki işlerinizi yürütmek için değil dünyanın herhangi bir yerindeki işletmenizi de bulunduğunuz yerden yönetmek için kullanabilir bir güce sahipsiniz. Ülkenizde şirketinizin tüm muhasebe işlerini rahatlıkla bir diğer ülkedeki sizin adınıza çalışan on binlerce insana yaptırabilirsiniz (Friedman, 2010: 77-86). Türk Hava Yollarının alanlarda gördüğümüz “Hiçbir yer uzak değil” reklam sloganı sadece bir insanın bir yerden diğer bir yere nakledilmesi değil, dünyanın düzleştiğini ve orta boydan küçük boya doğru hızla yol aldığının da bir ifadesidir. Yazar buraya kadar olan üç düzleştiricinin bir platform oluşturduğunu ve diğer yedi düzleştiricinin işbirlikleri ve yöntem geliştirmeye dayalı olduğunu ifade eder (Friedman, 2010: 86). Geriye kalan on düzleştiriciden dördüncüsü: Kendiliğinden Örgütlenen İşbirlikleri ve topluluklardır. Bu düzleştirici (Düzleştirici 4 ) Açık Kaynak’tır. Açık Kaynak; dünyanın dört bir yanındaki bilgisayarla ilgili onu geliştirmeye hevesli bireylerin yenilikleri paylaşmasına ve işinizi yöneten yazılımları geliştirmenize katkı sağlayan formülleri eklemelerine izin veren bir sistem. Çığ gibi dünyanın her yerinden gelen geliştirmeler ve iyileştirmelerle, bu yazılımlar hızla yaygınlaşarak daha işlevsel hale geldi (Friedman, 2010: 86-97). Entelektüel ortaklıklardan doğan sinerjinin başka bir ifadesi olan açık kaynak, çözümü halka arz edilmiş sorunlar yumağının ya da bilgi alışverişinin, bizdeki karşılığı istişarenin, beyin fırtınasıyla dünya çapında o işin gönüllü iyileştirme ekiplerince çözüme kavuşturulması yoludur. Yazar bu düzleştiriciyi mülakatlarında bir aktarımlar özetlemektedir. Sanayi devrimi sırasında buluşları ve yenilikleri niteleyen şey nasıl ki bireysel dehalarsa, bu çağda yenilikleri ve buluşları niteleyen şey, yetenekli topluluklar biçiminde çalışan insanların ortak ve katılımcı yenilikçiliğidir (Friedman,2010: 97). On düzleştiriciden beşincisi: Dijitalleşen herhangi bir hizmet, çağrı merkezi, destek merkezi veya bilişim işi, küresel ölçekte en ucuz, en zeki ve en verimli tedarikçiye yaptırılması işi olarak dünyayı düzleştiren etkendir. Bu düzleştirici (Düzleştirici 5 ) Taşeronluk’ tur. (Friedman,2010:106-111) Yazar bunun Hindistan’daki örneklerini vererek ABD ve diğer ülkelerdeki firmaların işlerinin bir kısmını özellikle de çok zaman alan ve maliyeti yüksek beşeri sermaye adına gerekli işlerini Hintli firmalara yaptırmalarını gösteren onlarca örnekle dünyayı düzleştiren taşeronluğun etkisini anlatır. Çalışmamızın başında da ifade ettiğimiz gibi Batılılar artık doğuda sadece değerli maden aramıyorlar, kendilerine daha az maliyetli etkili beyinleri de kullanmanın yolunu bulmuş görünüyorlar. On düzleştiriciden altıncısı: Taşeronluk, şirketinizin kendi evinde yaptığı (araştırma-geliştirme, çağrı merkezi, borçlular hesabı gibi) belirli ve sınırlı bir işin başka bir firma tarafından yapıldıktan sonra operasyonunuza entegre edilmesidir. Bunun tersine, bir şirketin bir ülkedeki, şehirdeki fabrikasını alıp tümüyle başka bir ülkeye, şehre taşıması eylemi, dünyayı düzleştiren bir etkendir. Bu düzleştirici (Düzleştirici 6 ) Offshore’dur (Friedman,2010:116-117). Bir şirketin aynı ürünü tamamen aynı şekilde, dama daha ucuz işçilik, daha düşük vergiler, sübvanse edilmiş enerji maliyetleri ve daha az sağlı sigortası giderleriyle üretmek için taşınması olan bu düzleştiriciyi yazar, Çin ve Tokyo’dan örnekler vererek açıklar. Ancak yazarın bu bölümdeki kaygılarını dile getirdiği bazı düzleştirici sonuçları da vardır ki buna en güzel örneğini görüşmelerinden birindeki ifadeyi aktararak ABD şirket ve politikacılarını da uyarmadan geçemez. Bu bölüm daha çok ABD’li şirketlerin ve politikacıların offshore karşısında uyarılması ve tedbirler alınmasına yöneliktir. “Çin bir tehdittir, Çin, bir müşteridir. Ve Çin, bir fırsattır” (Friedman, 2010: 119). Yazara göre batılı meslektaşlarından farklı olarak istediği Çinli liderlerin istediği tek şey bir sonraki kuşakta, bir ürünün Çin’de tasarlanması. Önümüzdeki on yıllardaki gidişat bu yönde. Yani önümüzdeki otuz yıl içinde, “Çin’de satılmıştır” dan, “Çin’de yapılmıştır” a, oradan “Çin’de tasarlanmıştır” a, oradan da “Çin’de hayal edilmiştir” e geçeceğiz demektir. Bu anlamda en güçlü uyarıyı da yazar Çin’in vizyon ifadesi olarak ele alabileceğimiz cümleyi 5 Kasım 2001 tarihli bir gazetenin sayfasından nakleder “Çin Her şeyin Merkezi Olacak” (Friedman, 2010;121). On düzleştiriciden yedincisi (Düzleştirici 7 ) Tedarik Zinciri (Friedman, 2010; 129-142) ve sekizincisi (Düzleştirici 8) Insourcing’tir (Friedman,2010:142-151). Yazar bu bölüme, ABD’li bir nakliye şirketinin, dünyanın dört bir yanından gelen ve diğer dört bir yanına dağıtımı yapılan ürünlerin dağıtımını gerçekleştirdiği sistemi anlatarak başlar. Büyüklü küçüklü kutular, her indirme peronundan geçen taşıma bantlarına konuyor. Bu küçük taşıma bantları küçük derelerle birleşip büyük ve güçlü bir nehir haline gelmesi gibi büyük bantları besliyor. Haftada yedi gün, günde 24 saat, tedarikçilerden gelen kamyonlar on beş kilometrelik bu küçük taşıma bandı derelerine kutu akıtıyor. Taşıma bandı dereleri de kutulardan oluşan nehirlere dönüşüyor. Bir yandan büyük nehirlere dönüşen bantlar, oluşturulan dijital kodların da yardımıyla dünyanın diğer dört bir yanına akan nehirlere oradan da tekrar küçük derelere dönüşüyor (Friedman, 2010; 129-130). Yazar buradaki anlatımla zihinlerimizde gittikçe küçük boya doğru giden ve düzleşen dünyanın sadece dijital ağlarla bağlı olmadıklarını, bu ve benzeri nakliye ve kargo işletmelerinin bilişim teknolojisini de kullanarak, ürünlerin dünyanın her tarafına nakledilebilir ağlarla da bağlanarak, hızlı, güvenli, maliyeti düşük taşımacılık yaparak dünyayı düzleştiren önemli bir etkeni tasvir eder. Bu olguyu özetleyen en önemli cümle ise “Arkansas’ta Suşi Yemek”’ tir. Bugün firmaların ürünlerini yukarıda sıraladığımız düzleştiricilerde açıklanan yer ve zamanda üretip dünyanın diğer bir yanında çok kısa bir zamanda ulaştırmaları bu tedarik zinciri ile gerçekleşirken, tedarikçilerin barkotlayıp fabrikalarından gönderdikleri her kutu dünyanın biraz daha düzleşmesini sağlayan küreselleşmenin nüfuz ajanları gibi işlev görmektedir. Maraş’taki bir dondurmayı Kanada’da yemek istiyorsanız bilgisayarınızı açıp, http://www.nokta.com adresine tıklayarak, bankanız aracılılığıyla size verilen küresel kartları kullanıp, birkaç saat içinde size ulaşmasını sağlayabiliyorsanız, ya da bu ürünü Kanada’daki müşterinize ulaştırabiliyorsanız siz de dünyanı düzleşen sürecinde yerinizi bulmuşsunuz demektir. On düzleştiriciden dokuzuncusu (Düzleştirici 9 ) In-Forming’tir (Friedman,2010:151-160). Google, Yahoo! Ve MSN ve diğer arama motorları aracılığıyla bilginin her dilde aradığınız anda karşınıza gelebileceğini görmek gerçekten de herhangi bir yerdeki bireyin herhangi bir yerdeki bilgiye rahatlıkla ulaşabilmesi dünyanın elinizin altındaki birkaç tuştan oluşan ve araçlarla ulaşıyor olmanız dünyayı düzleştirici bir etkendir. Herkesin her yerde, her yerin herkeste olduğu bu ağ sayesinde şimdiye kadar hiç kimsenin sahip olmadığı bilgiye ulaşma kolaylığı da informing in ne kadar etkili bir düzleştirici olduğunu gösterir. Her geçen gün bilgilerinizi rahatlıkla depolayıp paylaşabildiğiniz özellikleri ile karşımıza çıkan düzleştiricilere halk bir isim dahi takarak bir soruyu bilmiyorsanız, “Google babaya soralım” diyerek bilgiye ulaşmanın ne kadar kolaylaştığını gösterir. Yazar bunu bir akarımla, “Google kullanabiliyorsam her şeyi kullanabilirim. Google, Tanrı gibi bir şey Tanrıya kablosuz ulaşılabilir. O, her yerdedir ve herkesi görür. Dünyada herhangi bir sorununuz varsa, Google’a sorun” (Friedman, 2010: 159). On düzleştiriciden sonuncusu (Düzleştirici 10) Steroidler’dir. (Friedman,2010:160-172). Yazar, vücudun çalışmasında güçlendirici etkisi olan, çeşitli hormonlar içeren kimyasal bir bileşiğe benzeterek küreselleşme 3.0 ‘ı daha güçlü ve etkin hale getiren ve güçlü kılan araçlardan bahseder. Başka bir ifadeyle yukarıda sıralanan tüm düzleştiricilerin etkililiğini sağlayan hormonal bir etki gösteren steroidler, dijital, mobil, kişisel ve sanal, her gün bir yenisini gördüğümüz farklı özellikleriyle bizi 3.0 a daha da yakınlaştıran araçları kasteder. “Dijital” demekle, kişisel bilgisayar-Windows-Netscape iş akışı devrimi sayesinde fotoğrafçılıktan eğlenceye, iletişime, mimari tasarıma, bahçe sulama tesisatına kadar tüm analog içerik ve süreçlerin dijitalleştiğini ve böylece şekillendirilebildiğini, yönlendirilebildiğini, bilgisayarlar üzerinden internet, uydu veya fiber optik hatlarla iletilebildiği söylüyor. Sanal derken, bu sistemin temelinde bulunan tüm o dijital boru hatları, protokol ve standartlar sayesinde, bu dijital içeriğin ok yüksek hızlarda ve çok kolay biçimde ve üzerinde hiç düşünmemize gerek kalmadan şekillendirilip yönlendirildiğini ve iletildiğini dile getiriyor. “Mobil” derken, kablosuz bağlantı sayesinde iletimin her yerden, herkes tarafından be herhangi bir aygıtla yapılabildiğini ve her yerden herkes tarafından ve herhangi bir aygıtla yapılabildiğini ve her yerden alınabildiğini ifade ediyor. “Kişisel” derken de bu iletimi sizin kendiniz için ve kendi aygıtınızla yapabileceğinizi anlatıyor (Friedman,2010:162). Son yıllarda ortaya çıkan 3G mobil cihazları bu harca güç katan farklı bir gelişme olarak gösterilebilir. Steroidleri oldukça anlamlı özetleyen bir aktarım da “Artık nereye giderseniz, çalışma masanız da beraberinizde geliyor.” (Friedman,2010: 168). 5.1.3. Üçlü Yakınlaşma
Yazar bu bölümü Yakınlaşma I-II ve III olarak ele alıp daha önce dile getirdiği düzleştiricilerin yakınlaşmasından ve ortaya çıkan yeni oluşumlardan bahseder (bkz. Friedman, 2010: 161–173). Yakınlaşma I, On düzleştiricinin yakınlaşmaya başlamasına yol açan gelişmelerdir. 1990’lardan beri var olduğu bilinen on düzleştiricinin bir araya gelerek daha birlikte çalışmasını kronolojik olarak tanımlar. 2000’li yıllara doğru gelindiğinde bu yakınlaşmanın (Berlin Duvarının Yıkılışı, Netscape, İş Akışı, Taşeronlama, offshore, açık kaynak, insourcing, tedarik zinciri, informing ve steroidler) oluşmaya başladığı görülür. Bu tamamlayıcı malların eş zamanlı gelişmesini de ifade eder ki, on düzleştiricinin tamamlayıcı bir şekilde birbirine yakınlaşarak çok sayıda işbirliği sağlamak üzere yeni bir küresel oyun sahası oluşturmasıdır (Friedman, 2010: 176). Yakınlaşma II, Yeni iş uygulamalarının bir araya gelmesiyle gerçekleşir. Yan teknolojilerin tümü ile bu teknolojilerden en fazla yararı sağlamak gereken iş süreçleri ve iş alışkanlıklarının oluşması, birbirine yakınlaşması ve bir sonraki verimlilik atılımını sağlaması, biraz zaman gerektirir. Yeni bir teknoloji hiçbir zaman yalnız başına gelmez. Verimlilik sıçraması, ancak yeni teknoloji ile yeni iş biçimleri birleştiğinde olur (Friedman, 2010: 177). Yazar bu yakınlaşmanın geçirdiği evrenin temelini açıklarken, küreselleşme 2.0 gerçekten de ana bilgisayarlar çağı olduğunu hareketle şöyle devam eder: bu çağ dikey bir çağdı. Komuta kontrol odaklı bir yapısı vardı. Şirketler ve şirketlerin departmanları, dikey silolar şeklinde örgütlenmişti. On düzleştiricinin, özellikle de kişisel bilgisayarlar, mikro işlemci, internet ve fiber optik hatlarla ilgili düzleştiricilerin birbirine yakınlaşması etrafında şekillenen Küreselleşme 3.0 ise oyun sahasını dikeyden yataya çevirdi. Komuta kontrolden ziyade yatay bağlantı ve işbirliğiyle harekete geçen bu yeni iş uygulamaları, kendiliğinden gelişti. Yakınlaşma III, Küresel ofislerin oluşması ve aynı anda milyonlarla ifade edilebilecek sayıda insanın kendisini, fişi takıp diğer herkesle çalışma konusunda serbest durumda bulmasıdır (Friedman, 2010: 180-181). 1960’lardaki Hippilerden 1980’lere Yuppilere sonrasında Zippilere doğru akan bir gençliğin varlığından bahseden yazar, bunların “liberasyon çağının çocukları olarak adlandırır. Bu III. Yakınlaşma bireylerin özgür kaldığı, onları sistem dışında tutabilecek hiçbir vize görevlisinin olmadığı bir dünya.. Fişi takıp oyuna giriyorsun... (Friedman, 2010: 183-185). Bu yakınlaşmanın ortaya çıkardığı sonucu yazar şu ifadesiyle aktarır. Dünya düzleşmiş. Üçlü yakınlaşmanın sonucundaki küresel işbirliği ve rekabet (bireyler arasındaki, şirketler ile bireyler arasındaki, şirketler arasındaki ve şirketler ile müşteriler arasındaki) sayesinde dünya tarihinde görülmedik ölçüde çok farklı köşelerde yaşayan daha çok sayıda insan için daha verimli, daha kolay ve daha sürtünmesiz bir yer haline gelmiş olmasıdır. Bu yakınlaşma sonucunda doğan olgu teknolojinin, kelimenin tam anlamıyla işin tüm boyutlarını, hayatın tüm boyutlarını ve toplumun tüm boyutlarını dönüştüreceği bir çağa girmedir. (Friedman, 2010: 197-198) 5.1.4. Büyük Saflaşma
Yazar, üçlü yakınlaşma sonucunda sadece bireylerin kendilerini iş dünyasına hazırlama, şirketlerin birbiriyle rekabet etme ve ülkelerin ekonomileri ile jeopolitiklerini teşkilatlandırma biçimlerini etkilemekle kalmayacağını ileri sürer. Zamanla siyasi kimlikleri yeniden şekillendirecek, siyasi partileri yeni bir biçime sokacak ve kimlerin siyasi aktör olduğunu yeniden tanımlayacaktır.(Friedman, 2010: 199) Yazara göre üçlü yakınlaşma ardından büyük saflaşmayı da beraberinde getirecektir. Bu yakınlaşma sonucu, toplulukların ve şirketlerin kendilerini nasıl tanımladıklarını; bireylerin toplulukların ve şirketlerin nerede başlayıp nerede duracaklarını, bireylerin müşteri, çalışan hissedar ve vatandaş olarak kendi farklı bir şekilde saflaşmak zorunda. Düz dünyanın en çok rastlanan hastalığı, çoklu kimlikler olacak. Siyaset bilimi, bu çağın en hızlı büyüyen sektörü olabilir (Friedman, 2010:199-219). Bu saflaşmada ya küreselleşmenin bu yeni yolunda siz de oyun sahasında oynarsınız ya da direnç gösterip, gücünüz yetiyorsa, kapıları kapatır, kendinizi küreselleşme 3.0’ın dışında tutarsınız. Bu hem ülke olarak hem şirket hem de birey olarak geçerlidir. 6. Amerika ve Düz Dünya
Bu bölümü dört alt başlıkta inceleyen yazar (bkz. Friedman, 2010: 221-273) Amerika ve Serbest Ticaret başlığında yine ülkesinin iş adamlarını ve politikacılarına ekonomi stratejilerini belirleyici öneriler getiren veriler sunar. Kritik gördüğü şu sorunun cevabını tartışan yazar, büyüyen ekonomisiyle ABD şirketlerinin offshore ve taşeronluklarını yapan Hindistan ve Çine karşı geliştirilmesi gereken ekonomik stratejinin hangi yönleriyle ülkesine katkı sağlayacağını anlatırken diğer yandan da bu katkının ülkesinin lehine dönüştürülmesi gerektiği uyarısını yapar. Soru şudur: Dünya, çok daha fazla insanın benim çocuklarımla işbirliği ve rekabet halinde olacağı şekilde düzleştiğinde de serbest ticaret bütünsel olarak Amerika’nın yararına mı olacak? Bir sürü iş başkaları tarafından kapılacak gibi gözüküyor. Hükümetimizin taşeronluğa ve offshor’a karşı duvarları yükseltmesi, tek tek Amerikalılar için daha iyi olmaz mı? (Friedman, 2010: 223). Yazar bu sorulara İngiliz İktisatçı David Ricardo’nun (1772–1823)[3] karşılaştırmalı üstünlüklerin serbest ticareti teorisiyle cevaplandırmaya çalışır. Bu teoriye göre; her ülke karşılaştırmalı olarak maliyet üstünlüğüne sahip olduğu malların üretiminde uzmanlaşır ve bu malları diğer ülkelerin uzmanlaştığı mallarla değiş tokuş ederse, bu ticaretin tüm taraflarının he toplam gelir düzeyi yükselir hem de toplam kazanç artar. (Friedman, 2010: 224-225) Kazan-Kazan prensibinin hala geçerli olduğu sonucuna ulaşan yazar, zippi gençliğin gelecekte Amerikalı gençlerin ulaşamayacağı niteliklere sahip olduğuna ilişkin kaygısını şu ifadelerle dile getirir. “Asla unutmayın: Hintliler ve Çinliler bizimle dibe vurmak konusunda yarışmıyorlar. Tepeye varmak için yarışıyorlar (Friedman, 2010: 231). Yazar bu kaygısının ardından ülkesine şu mesajı ulaştırır. Başarıya giden yol, sizi bir yerlere bağlayan demiryolunu engellemekten geçmez. Daha büyük ve daha gelişkin pastadan size ve toplumunuza düşen payı talep etmenizi sağlayacak alanlara yatırım yapmaktan ve vasıflarınızı artırmaktan geçer. (Friedman, 2010: 234) Dokunulmazlar[4] Hindistan’da kast dışı sayılan ve kast sistemine göre en aşağı tabakada, kirli sayılan insanlardır. Hindistan’daki sosyal tabakaların en aşağısında bulunan bu sınıfın dünya düzleştikçe tersine döneceğini anlatırken yazar, dokunulmazlığa yüklediği anlam açısından bakıldığında, işleri taşeronlara verilemeyen insanlar olarak anlatılmaktadır. Herkes dokunulmaz olmak istemeli diyerek devam eder yazar ve şu dikkati çeken hatırasını aktarır. Çocuklarına hitaben, “Kızlar, ben çocukken ailem bana hep, Tom, yemeğini bitir. Çin’deki, Hindistan’daki insanlar açlıktan kırılıyor” derdi. Ben size şunu tavsiye ediyorum: Kızlar, ödevinizi bitirin. Çin’deki, Hindistan’daki insanlar işsizlikten kırılıyor.” (Friedman, 2010: 235) Bu bölümde dikkati çeken bir diğer konu yazarın düz dünyada geleceğin insanlarına verdiği çarpıcı bir mesaj olan dokunulmazlık kavramına yüklediği anlamla sınıflandırmasıdır. Dokunulmazlar dört ana kategoriye ayrılır: “Özel” işçiler, “Uzman” işçiler, “demirbaş” işçiler ve “koşullara uyan” işçiler (Friedman, 2010: 236). Özel işçiler; Sundukları mal ve hizmetler için küresel bir Pazar bulur ve dünya büyüklüğünde para kazanırlar. Onların işleri asla taşerona yaptırılamaz. Uzman İşçiler; Bütün bilgi işleri için geçerli işlerdir. Bunlar çok talep edilen ve yeri doldurulamayan niteliktedir. Demirbaş İşçiler; hizmet sektöründeki işçilerin yaptığı işlerle ilgilidir. Müşteri ile yüz yüze teması gerektiren işlerdir. Koşullara Uyan İşçiler; Sürekli değer yaratabilen, sürekli yeni nitelikler, yeni bilgiler ve ilgi alanını yenilik ekleyen, öğrenmeyi öğrenen işçilerdir. (Friedman, 2010: 236-237). Bu işler, yeri doldurulamayan işlerdir bilgi ve teknolojinin sınırlarını ne kadar zorlarsak, makinelerin yapabildikleri ne kadar karmaşıklaşırsa, uzmanlık eğitimi almış olanlar ya da öğrenmeyi öğrenme yetisine sahip olanlar daha çok talep edilecek ve daha iyi ücret kazanacak. Bu beceriye sahip olmayan ve koşullara uyum sağlamayan daha çok insansa daha az kazanacak. İstenilmeyen şey, yeri doldurulabilecek bir işte çalışmaktır. (Friedman: 2010: 237) Bölümün diğer başlığı Sessiz Krizde (Bkz. Friedaman,2010: 247-272) yazar, Amerikalıların bir spor müsabakasındaki karşılaştığı mücadeleden çıkarımla, diğer dünya ülkelerinin artık ABD ile başa baş rekabet edebilecek düzeye geldiklerini gösteren bir örnek verir (Friedman, 2010: 247). Amerikalı gençlerin bir eleştirisini yapan yazar, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Amerika’da, üçüncü kuşağa gelince tüm mal varlığını tüketmeye başlayan klasik zengin aileleri hatırlatan bir şeylerin olduğunu ifade ederek üç nesil ayrımı yaparak bugün ABD’nin geldiği noktayı açıklar: Bu ailelerde birinci kuşak, toprağı tırnaklarıyla kazıyan yenilikçilerdir. İkinci kuşak, öncekilerin yaptıklarını ayakta tutar. Sonra bunların çocukları gelir. Bu üçüncü kuşak ise şişmanlar, aptallaşır, tembelleşir ve her şeyi yavaş yavaş tüketir. (Friedman, 2010: 258-249). Diğer taraftan da ülkesinin büyüklüğü ve güçlü olduğu, yeter ki Amerikaların gerektiği kadar Amerika kültürünü sağlamlaştırıcı ve yaşatıcı çalışmalara devam etsin. Amerika’nın içten içe ve hissedilmeyen bir kriz yaşadığını gerekli tedbirler alınmazsa dünyanın düzleşmesinin gittikçe ülkeyi tehdit eden bir hal alacağı düşüncesini paylaşır. Burada çarpıcı olan bilgilere baktığımızda Amerika’nın fen ve mühendislik alanlarındaki nitelikli elaman yetiştirmede eskisi kadar yüksek performans sağlayamadığı öz eleştirisidir. Bir asırdan fazla zamandır ABD kendini ilk kez bilimsel keşifler, yenilik ve ekonomik gelişme alanında diğer ülkelerin gerisinde kalmış bulabilir. Bu “Mükemmel Fırtına” öncesindeki sessizliktir. Sükûnet sizi yanıltmasın. Yol değiştirmek için doğru zaman, fırtınanın kopmak üzere olduğu an değil, ası böyle zamanlardır. Eğitim sistemimizin “küçük karanlık sırlarını” ele almak konusunda kaybedecek zamanımız yok (Friedman, 2010: 250-252). Friedman bu küçük karanlık sırlarını bu bölümden aldığımız ve konuyu özetleyen satırları aktarmakla yetineceğiz: Sayısal Fark, eğitimli ve kalifiye insan, aktif iş ve bilim dünyasındaki insan sayısıdır, başka bir ifade ile beşeri sermaye ve entelektüel sermayenin sayısal olarak diğer ülkelerle kıyaslanarak ortaya çıkan azlık ya da çokluktur. Yazar, bu konuyu açıklamak için diğer ülkelerle ilgili bir takım istatistiksel verileri sunar. Örneğin, tüm dünyada 2.8 milyon lisans diploması verildiğini bunun 1.2 milyonunun Asyalı öğrencilerden oluştuğunu, Asya ülkelerindeki üniversitelerin ABD’ye oranla sekiz kat daha fazla lisans diploması verdiğini belirtir (Friedman, 2010: 253-257). Hırs Farkı; 2004 yılının kışında Tokyo’da Nomura Araştırma Enstitüsü baş ekonomisti Richard C. Koo ile çay içtim. “Düzlük Katsayısı” tezimi Richard üzerinde denedim. Buna göre bir ülke ne kadar düzse, yani doğal kaynakları ne kadar azsa, o ülke düz dünyada o kadar iyi konumda olur. Düz bir dünyada ideal ülke, hiç doğal kaynağı olmayandır, çünkü doğal kaynağı olmayan ülkeler kendilerini keşfetmeye çalışır. Bu ülkeler petrol kuyusu kazmak yerine, insanlarının enerjisini, girişimciliğini, yaratıcılığını ve zekâsını harekete geçirmeye çalışır. Genç Çinliler, Hintliler ya da Polonyalılar bizimle dip için yarışmıyorlar. Zirve için yarışıyorlar. Değil bizim için çalışmak, biz bile olmak istemiyorlar. Bizden üstün olmak istiyorlar. Tüm dünyada insanların hayranlık duyacağı ve çalışmak isteyeceği geleceğin şirketlerini yaratman istiyorlar. Şu ana kadar geldikleri yerden kesinlikle memnun değiller (Friedman, 2010: 257-262). Eğitim Farkı; İyi eğitilmiş ve yetiştirilmiş bir iş gücü olmaksızın uluslararası rekabette kaybedilen işler için savaş umamayız. Artık ülkeler, paranın izini sürmüyorlar, beyinlerin izini sürüyorlar. İntel kurumsal ilişkiler direktörü ve şirketin fen eğitimini geliştirme girişimlerinin sorumlusu Tracy Koon, “Fen ve matematik, teknolojinin evrensel dilidir”. Teknolojimizi ve yaşam standardımızı yönlendirir. Çocuklarımız bu evrensel dili bilerek büyümezlerse, rekabet edemezler. Biz başka bir yerde üretim yapmıyoruz. Benim şirketim burada kuruldu. Bizim iki hammaddemiz var: kum ve yetenek (Friedman, 2010: 262-269). 7. Bu Bir Tatbikat Değil (s: 273-302)
Yazar bu bölümde, düzleşen dünyanın getirdikleri ve getireceklerini düşünerek yine ülkesinin politika yapanlarını ve şirketlerini uyarmaya devam etmektedir. Dünyanın düzleşmesi, ABD’nin önünde uzun vadede derin ve kapsamlı etkileri olan fırsatlar ve tehditler getiriyor. Bu yüzden de işleri eskiden olduğu gibi yapma becerimiz, yeterli olmayacak. Düz dünya şu an odanın içindeki fil gibi. Mesele, onun bize ne yapacağı ve bizim ona ne yapacağımız. Bizim bir şeyleri daha farklı yapmamız lazım. Neleri korumalıyız, neleri atlamalıyız, neleri benimsemeliyiz, neleri bünyemize almalıyız, nerelerde çalışmamızı ikiye katlamalıyız ve nerelere yoğunlaşmalıyız; karar vermemiz gerekiyor (Friedman,2010: 273-277). Yazar, düzleşen dünyada herhalde ülkesinin son zamanlarda diğer ülkelere karşı uyguladığı (Irak, Afganistan, İran örneğinde olduğu gibi) uygulamaları üstü kapalı eleştirerek “Merhametli düzleşme” olarak adlandırdığı yaklaşımı önerir. Politikalarını şu beş bileşen etrafında toplamaları gerektiğinin altını çizer. Bunlar: Liderlik, Kas Geliştirme, Koruma, Sosyal Eylemcilik ve Ana Babalık’tır. İnsanlar, bir eğitim farkının ortaya çıktığını, hırs farkının olduğunu ve bizim sessiz bir kriz yaşadığımızı fark etmezse, düzleşmeye karşı ulusal bir strateji geliştirmemiz mümkün değildir. Bizim hem açıklama yapmaya hem de ilham vermeye yetkin ve istekli politikacılara (Liderlere) ihtiyacımız var. Hiç biri kurum, ciddi bir sorun yaşadığına ve ayakta kalabilmek için farklı bir şeyler yapması gerektiğine inanmadıkça köklü değişiklikler yapmaz (Friedman, 2010: 277-279). Yazar, düz dünyanın yeni işçi ve işveren anlayışındaki değişikliği de kastederek beşeri sermayenin ve entelektüel sermayenin önemini vurgular. Buna göre, düz dünyanın düşünme şeklinde göre bireysel olarak işçi kendi kariyerini, risklerini ve ekonomik güvenliğini yönetme sorumluluğunu giderek daha fazla üstlenir. Hükûmetin ve şirketlerin göreviyse işçilerin bunu yapabilmek için gerekli kasları geliştirmelerine yardım etmektir. İşçilerin en çok ihtiyaç duyacakları “kaslar”, ömür boyu öğrenme sürecine uygun taşınabilir ve ek menfaatler (sigorta, emeklilik, ücret dışı kazanç vb.) dir. Eğer tüm dünyanın entelektüellerinin kaymak tabakasını alabilirsek, bu Amerika için daime net bir getiri olacaktır. Eğer düz dünya tüm bilgi havuzlarının birbirine bağlanması ise, biz kendi bilgi havuzumuzun en büyük havuz olmasını isteriz. Biz küresel yetenek avındayız. O halde en iyileri elimizde tutmak için ne yapabilirsek yapmalıyız… (Friedman, 2010: 289). Yazar koruma ile ilgili olarak insanları çalışmaya teşvik edecek, sigorta kurumlarının yapılanmasından bahseder ve sosyal eylemcilikle ilgili olarak da; şirketlerin, düz dünyada sadece güçlerinin değil, aynı zamanda sorumluluklarının da farkına vardıkları büyük bir geçiş dönemi yaşıyoruz. Merhametli düzleşme yanlıları öylece oturup durmanın ve geleneksel sağ-sol ayrımları ile tüketiciye karşı şirket bakış açısıyla düşünmenin zamanının artık geçtiğine inanıyor. Bunun yerine klasik korumacılığa yönelmeden, düz dünyanın en kötü özelliklerine karşı tüketici-şirket işbirliğinin nasıl iyi bir koruma sağlayabileceği üzerinde kafa yormalıyız (Friedman, 2010: 293-298). Ana-Babalı yapmak, yazarın merhametli düzleşmeyle ilgili tartışmasının ailelere yönelik olarak geliştirdiği düz dünyada ki görev tanımıdır. Bireyleri düz dünyaya uyum sağlamasına yardımcı olmak, sadece hükûmetleri ve şirketlerin değildir. Aynı zamanda ana babaların da görevidir. Onların da çocuklarının nasıl bir dünyada yaşadığını ve ayakta kalabilmek için neler yapmaları gerektiğini bilmeleri gerekir. Zor bir aşkı idare etmeye hazır yeni nesil ana babalara ihtiyacımız var. Gençlerimizi, kendilerini rahat hissettikleri alanın ötesine geçmeye ve doğru hareket etmeye zorlamamız, uzun vadede başarı elde etmek için kısa vadede biraz sıkıntı çekmeye razı olacak şekilde yetiştirmemiz gerekmektedir. (Friedman, 2010: 298-301). 8. Gelişmekte Olan Ülkeler ve Düz Dünya
Yazarın bu bölümünü (bkz. Friedman, 2010: 305-330), bölümü ve belki de kitabı boyunca ülkesini uyarmaya çalıştığı ifade, özellikle gelişmekte olanların durumunu anlatan manidar cümlesi şudur; Bir zamanlar kurtlardan korkardık. Sonra kurtlarla dans etmek istedik. Şimdi kurt, biz olmak istiyoruz (Friedman, 2010: 306). Dünyanın her yerine düz dünyayı okuyan ülkelerden onların geleneklerini de taklit eden şirketlerin varlığını haberdar eden yazar bunun için, Çin tarafından Mısır’a ithal edilen, geleneksel fenerlerin, pille çalışanlarını satmaya çalışmasını da örnek verir. İçe bakışını ve kendi gerçeğini itiraf ederek acımasızca düz dünyanın neresinde olmaları gerektiğini açıklayan yazar, ülkelerin, insanlarıyla, liderleriyle kendine karşı dürüst olmalı ve diğer ülkelere ve on düzleştiriciye göre tam olarak hangi konumda bulunduğuna bakmalıdır. Hiçbir ülke bulunduğu yerin ve yapabileceklerinin röntgenini çekmeden gelişemeyeceği için, her ülkenin içe bakış yeteneğine sahip olması gerekir (Friedman, 2010: 308–309). Artık ülkeler toptan reform anlayışından uzaklaşmalı, düz dünyada, perakendeci olmak ve kalkınmayı bireylere kadar indirerek onların da düz dünya ile rekabet edebilecekleri yenilikleri reformları gerçekleştirmeleri gerekmektedir. Şirketlerini, vatandaşlarını düz dünyanın imkânlarından yararlanacak yasal düzenlemeleri gerçekleştiremeyen ülkeler bu gelişmelerin ardında kalacakladır. Gelişmekte olan her ülke şu sorulara doğru yanıt vermek ve çözüm bulmak zorundadırlar. 1) Yerel kurallar, yasalar ve ruhsat ücretleri çerçevesinde yeni bir iş kurmak, 2) işçileri işe almak ve çıkarmak,3) bir sözleşmenin yerine getirilmesini sağlamak, 4) kredi bulmak, 5) başarısız veya iflas eden bir şirketi kapatmak. Bunları gerçekleştiren, kolaylaştıran her ülke perakende reform yapmaya çalışan ve düz dünyada yerlerini bulacak ülkelerdir. Diğerleri ise düz bir dünyada işleri yolunda gitmeyecek ülkelerdir (Friedman, 2010; 311-313). Bazı ülkelerin düz dünyayı iyi okuyup anlarken bazılarının neden bunu gerçekleştiremediklerini sorgulayan yazar Kültür kavramını ve kültürselleşmeyi tartışarak şu sonuca ulaşmaktadır. Toplumların kültürel yapılarının düz dünyayı anlama ve orada yer almayı olumlu ya da olumsu etkilediğini düşünür. Kültürün içe ve dışa dönüklüğünün bu ülkelerin gelişmişliklerini dolayısıyla düzleşen dünyada rol alan diğer ülkelere nazaran daha çabuk zenginleştiğini açıklamaya çalışır. Yazara göre, şu soruların cevabı ülkelerin kültürleri aracılığıyla ya düz dünyaya kapalı hale geldiklerini ve fakirleştiklerini ve fakirleşeceklerini, ya da düz dünyada yerlerini alarak gelişeceklerini ileri sürer. Kültürünüz içe mi dışa mı dönük? Yani; yabancı fikirlere, yabancı etkisine ne ölçüde açık? İyi kültürselleşebiliyor mu?, İçe dönüklüğü ise şu sorularla açıklar, ulusal birlik duygusu, kalkınmaya yoğunlaşma duygusu ne ölçüde? Yabancılarla işbirliği yapma konusunda toplumun kendine güveni var mı? Toplumun elitleri ne ölçüde geniş kitlelerin hayatına ilgi gösteriyorlar. Memleketlerine yatırım yapmaya ne kadar hazırlar? Yoksa fakir vatandaşlarına kayıtsızlıkla yaklaşıp başka ülkelerde yatırım yapmakla daha mı çok ilgileniyorlar? Kültürünüz ne kadar doğal olarak kültürselleşiyor, yani yabancı fikirleri ve en iyi uygulamaları alıp kendi gelenekleriyle birleştiriyorsa, düz dünyada o kadar büyük avantaj yakalarsınız (Friedman, 2010; 319-320). Friedman bu bölümde biraz da yanlı olarak Müslüman ülkeleri eleştirme yolunu tercih etmektedir. Hemen şunu ifade etmek gerekir ki, ülkelerini diğer ülkelerin kültürlerine karşı kapalı tutmaya çalışan, milli duyguları yüksek, yabancılara temkinli yaklaşan, kültürel değerlerine sadık olan, milliyetçi düşünceleri eleştirerek üstü kapalı bir şekilde, ABD’li şirketlere ekonomik kazanç yolunu açma isteğini de dile getirdiğini düşünüyoruz. Başka bir ifadeyle, Batı kültürünü üstün görerek bu kültürü kabule hazır hale gelinmesi yolunda telkinler hissedilmektedir. Elle tutulamaz şeyler, ülkelerin gelişmelerini konumuz itibarıyla düz dünyada yer almalarını ya da almamalarını sağlayan şeydir. Ekonomik başarı için toptan reform, ardından perakende reform, iyi yönetişim, eğitim, altyapı ve kültürselleşme becerisi ile gerçekleştiğini ancak bunu gerçekleştirme becerisini gösteremeyen ülkelerin bu potansiyelleri olmasına rağmen ülkelerindeki devlet yapısından, politikacıların, yöneticilerin ve halkın genel olarak ahlaki tutum ve değerlerinden kaynaklanan elle tutulamayan nedenler olduğu sonucuna ulaşan yazar, ekonomik gelişme için bir toplumun bir arada durma ve fedakârlık yapma yeteneği ve isteği ile cebini doldurmaya ya da statükoyu korumak yerine elindeki gücü değişim için kullanan vizyon sahibi, ekonomik gelişme için ne yapılması gerektiğini bilen liderlerin varlığını gösterir. Bazı ülkeler görevde bulundukları süreyi, ceplerini doldurmak yerine ülkesini modernleştirmeye çalışarak geçiren liderlere sahip. Bazı ülkeler ise cebini doldurarak bu zenginlikleri İsviçre’de emlak yatırımı yapan rüşvetçi elitlere sahip. Elle tutulamaz olanlardan bir başkası da, kültürünüzün eğitime ne kadar değer verdiğidir. Diğer elle tutulamaz olarak tanımladığı unsurları yazar özlü sözlerle özetler, Rubio’dan naklen Özgüven eksikliği, bir ülkenin geçmişini ağzında sakız etmesine neden olur, Will Rogers’ten naklen ise, Doğru yolda olsanız bile orada oturup kalırsanız sizi geçerler (Friedman, 2010: 324-330). 9. Şirketler ve Düz Dünya
9.1. Şirketler Ne Yapıyor?
Ülkelerin yapmaları gereken genel yaklaşımları önceki bölümlerde tartışan yazar burada şirketlerin düzleşen dünyada ne yapıyor olduklarını da ele alır. Değişen ve kendini geliştiren şirketlerin büyümek ve gelişmek için, nasıl değişmeleri gerektiğini ve yapılarını da buna uyarlamaları gerektiğini ifade eder. Bu gelişmeyi ve değişmeyi anlatırken üçlü yakınlaşmaya atıfta bulunarak yedi temel kuralı gerçekleştiren şirketlerin gelişim ve değişim göstererek büyüyebileceklerini anlatır (Friedman, 2010, 333). Bu kurallar ana başlıklarıyla şunlardır: 1. Dünya düzleştiğinde, siz de düzleştiğinizi hissedince bir kazma alıp kendi içinizi kazın. Duvarlar örmeye çalışmayın 2. Küçük, büyük oynayacak… Düz dünyada küçük şirketlerin gelişmesinin bir yolu, büyük oynamayı öğrenmektir. Küçüklerin büyük oynamasının anahtarıysa daha ileriye ve daha derine, daha süratli ve daha kapsamlı gidebilmek için yeni işbirliği araçlarından daha hızlı faydalanmaktır. 3. Büyük, küçük oynayacak… Büyük şirketlerin düz bir dünyada gelişmeyi öğrenmek için izlemesi gereken yol, müşterilerinin büyük düşünmesini sağlarken, küçük şirketler gibi davranmayı öğrenmektir. 4. En iyi şirketler, en iyi işbirlikçilerdir. Düz dünyada giderek çok daha fazla iş, şirketler arasındaki işbirliğiyle gerçekleşecek. Bunun çok basit bir nedeni var: İster teknolojide olsun, ister pazarlamada, biyo ilaçta, üretimde, değer yaratımının bir sonraki katmanı o kadar kompleks olacak ki hiçbir şirket veya departman tek başına bu sürece hâkim olamayacak. 5. Düz bir dünyanın en iyi şirketleri, düzenli röntgen çektirip sonuçları müşterilerine satarak sağlıklı kalmaya devam edenlerdir. 6. En iyi şirketler küçülmek için değil, kazanmak için taşerona iş veriyor. Çalışanlarını işten çıkararak tasarrufta bulunmak için değil, daha hızlı ve daha ucuza buluşlar yaparak büyümek, Pazar paylarını artırmak, farklı alanlardaki uzmanlardan daha çok yararlanmak için taşerona başvuruyorlar. 7. Taşeronluğu (vergi kaçırmak ya da ülkesine ihanet için değil) idealistler de yapabilirler. (Friedman, 2010: 333-358) 10. Jeopolitik ve Düz Dünya
10.1. Düz Olmayan Dünya
Yazar bu bölümde düzleşen dünyanın düzleşmesinden yararlanacak olumsuzluklardan, bu düzleşmeyi engelleyecek olaylardan ve düzleşen dünyadaki sorunları aşabilmenin yollarını tartışmaktadır (Friedman, 2010: 359-428). Düzleşen dünyanın ihtiyacı olan en önemli olgunun düz dünyada olanlarla olmayanlar arasındaki çizginin, umut çizgisi olduğunu, umudun dünyadaki jeopolitik istikrar için hayati önem taşıdığını açıklar. Bunun için dünyanın işbirliğine giderek, düzleşen dünyadaki dengenin ve paylaşımın sağlanması gerektiğini savunur. Nitekim umudu olanlarla umudu olmayanların varlığı ve bunlar arasındaki fark ne kadar fazla ise düzleşmenin önündeki engelde o kadar çok olduğunu vurgulayan yazar, Afrika’da, Hindistan’da, Çin’de yaşayan ve dünyada bir şeyleri başarmanın ötesinde bunun umudunu dahi taşımayan inşaların varlığından örnekler vererek düzleşen dünyanın önündeki büyük sorunlardan bahseder ve işbirliklerini bu sorunları çözmek için kullanılması gerektiğini salık verir (Friedman, 2010: 361–371). Elbette yazarında ifade ettiği şekliyle, siyah ve beyaz ayrımı gibi düz dünya ya da düz olmayan kesin hatlarıyla birbirinden ayrı iki dünya söz konusu değil. Bu ikisi arasında oraya ya da buraya yakınlıklar arasında kalanlar da bulunmaktadır. Düzleşen dünyaya yakın ancak bunun nimetlerinden yararlanamayan insanların başkaldırılarını da düzleşen dünya treninde yer alamamaları olduğunu söyleyen yazar, bu insanları küreselleşme trenini durdurmak niyetinde olmadıklarını aksine kendilerinin de binmek istediklerinde kaynaklandığını belirtir (Friedman, 2010: 371–381). Düz dünyanın hedeflenmeyen bir diğer sonucu olarak birbirine daha çok yakınlaşan, diğerlerinin kültürünü tanıyan diğerlerini bazen yakınlaştırsa da hayal kırıklığına uğratan sonuçlarının olduğunu da ifade eden yazar, insanların kendisini diğer insanlarla kıyaslama imkânı bulduğunu bunun da kimi zaman hayal kırıklığına neden olduğundan bahsetmektedir. Bu hayal kırıklığının terörizmi besleyen damarlar olduğunu ima eder (Friedman, 2010: 381–395). 10.2. Dell Çatışma Önleme Teorisi
Yazar bu bölümde özellikle düzleşen dünyanın gidişatını durduracak savaş ve diğer ülkeler arasındaki çatışmaların birbirleriyle ticaret yapmanın ötesinde birbirlerine düzleştiricilerden herhangi biri ile birbirine bağlı olan ülkelerin asla savaşamayacağını iddia eden dell teorisini açıklar. (Bzk. Friedman, 2010 402-425) Büyük küresel tedarik zincirlerinin içinde yer alan insanlar, artık eski zaman savaşlarını istemiyorlar. Anında mal ve hizmet dağıtımı yapmak ve bununla birlikte gelen hayat standardındaki yükselişin keyfini çıkarmak istiyorlar. İşçileri ve sanayileri büyük bir küresel tedarik zincirine dâhil olan ülkeler, o tedarik zincirindeki yerini uzun bir süre için kaybetme riskini almadan, sanayilerini ve ekonomilerini aksatıp bir saat, bir hafta ya da bir ay savaş molası veremez. Bütün doğal kaynaklardan yoksun bir ülke için küresel tedarik zincirinin bir parçası olmak, hiç tükenmeyen petrol bulmak gibidir. Savaş için böylesi bir zincirden ayrılmak, petrol kuyularınızın kurumasına ya da birinin onların içine çimento boşaltmasına benzer (Friedman, 2010: 408-409). Ancak yazarın küresel tedarik zincirindeki her geçen gün gerçekleşen büyük saflaşmanın getirebileceği düz olmayan dünyaya hâkim olmak ve onların dünyalarını da kendi çıkarları doğrultusunda düzleştirmeye yeltenecek süper güçlerin olabileceğini ihmal etmiş olduğunu görülmektedir. Nitekim ABD’nin diğer ülkeler üzerinde kurmaya çalıştığı hâkimiyetin görünen masum yüzü her ne kadar bu ülkelerin de düzleşmesine katkı olsa da arka planda küresel tedarik zincirindeki yerini güçlendirmek isteyen, şirketlerin devletler üzerindeki lobi faaliyetlerini de gözden kaçırılmaması gerektiğini söyleyebiliriz. Savaşı engelleyen güçlerinde devletlerin değil de şirketlerin olması ki örneğin 2002’de Hindistan Pakistan nükleer krizi örneğinde olduğu gibi General Electric tarafından engellenmiş olması eğer bu ülkeden sağladığı gelirlerin azalması halinde bunun aksine bir yol takip etmeyeceğini kim garanti edebilir? Yazarın kitabında yanlı bir tutumla Hindistan’ın dokunulmazlarına kendi ürünlerinin ticari kullanım alışkanlıkları kazandırmanın bir meziyet olduğunu, bu insanların küreselleşme trenini durdurmak için değil inmek için seslerini yükselttiklerini anlatırken, Afganistan, Pakistan, İran, Filistin, Irak gibi ülkelerdeki hiçbir şekilde ne o insanları bulundukları yönetim ne halk tarafından tasvip edilemeyen tarzdaki eylemlerini küreselleşmenin baş düşmanı ilan etmesi ve küresel treni durdurma yönelik hareket olarak algılaması da dikkat çekicidir. Terörü İslam dünyasından bir yandan geldiğinde lanetleyen ve savaşlar açan küresel süper aktörlerin, kendi zincirlerini güçlendirecek PKK gibi terör örgütlerini sözde kınamaları, İsrail’in Filistin halkına yaptığı terör hareketlerini görmezlikten gelen tutumundan hiç bahsetmemektedir. Düzleştiricilerin kontrol edilemeyen biçimde bu gruplarca internetin kullanılması bir silahın hem avcı hem katil tarafından kullanılmasına benzer. Ancak sorgulanması gereken bazen küreselleşmenin nimetlerini beklenenin dışında kullanan gruplar tarafında bazen de karşısında olmak ne kadar etik ve ahlakidir? Zenginliğin ve refahın sadece küresel aktörlerin onayladıkları kabullenmeyi gösterenlere sunulacak gerektiğinde Arkansas’a kadar ulaştırılan Suşi ikramı, düzleştiricilerin süper aktörlerince onaylanmadığın da ise yıllarca süren abluka haline gelmesi ne kadar kabul edilebilir? 11. Sonu: Hayal Gücü
11.1. 9/11’e Karşı 11/9
Kitabın çevirmenince aktarıldığı şekliyle yazar, 11 Eylül’le olan tarih simetrisini kullanıyor. Amerikalıların tarihleme sistemine göre, 11 Eylül, 9/11; Kasım, 11/9 Şeklinde yazılıyor. Kabala ise, kutsal metinlerin özel bir şifreyle yazıldığına ve bu şifrelerin çözülerek geleceğin öngörülebileceğini inanılan Yahudi mistizmini. (Friedman, 2010: 55). Berlin duvarı 9/11’de 1989 da yıkıldı. Kuleler 11/9’da 1999’da yıkıldı. Berlin duvarının yıkılışını
Tek kelime ile inceleme yazabilme imkanımız olsa “mükemmel” yazar çekilirdim kenara. Mükemmel kelimesinin içini kesinlikle dolduran, anlamını sonuna kadar verebilen bir roman. Romanı okumaya başlamadan önce ve gerekli bölümlere gelmeden önce soyağacını ince şekilde gözlemlememenizi tavsiye ederim çünkü ufak da olsa yaşam-ölüm olarak spoiler yenilebiliyor ve ufak ayrıntıları da aklımda tutabilirim diyorsanız bu kitabı Kara Kitap ‘tan sonra okumanızı tavsiye ederim; çünkü Orhan Pamuk 2 – 3 cümle kadar Kara Kitap’a güzel göndermeler yapıyor ve maalesef bunlar büyük bir spoiler.
Kafamda Bir Tuhaflık kitabı Orhan Pamuk’un dediği gibi bir aşk hikayesi ve bir destan. Sokak satıcısı Mevlut’un daha çocuk yaşlarda İstanbul’a gelip satıcılık yaparak, fakirlikle beraber yaşam mücadelesi verip, aşkı yaşayarak kafasında olan bir tuhaflığın öyküsü ve destanı. Kitap ister istemez insanda bir önyargı oluşturuyor; bir sokak boza satıcısının gerçekçi bir romana konusu olacak şekilde nasıl bir aşk hikayesi olabilir, ne şekilde bir destan olabilir ki diye. Destan kelimesi belki bu kitabı okumamış arkadaşlara abartı gelebilir ama her bir yaşam mücadelesi özellikle de fakirlikle mücadelesi olan her bir yaşam mücadelesi hatta her bir yaşam zaten bir destan değil midir? O kadar güzel, o kadar naif bir aşk hikayesi ki, fakirlik ile yaşam mücadelesi birleşince duygu yoğunluğu daha da yoğun yaşanıyor ve destan kelimesinin aslında hiç de abartı olmadığını anlıyoruz. İşte bu duruma uygun şekilde Pamuk verilebilecek en güzel örneği fazlası ile verebiliyor.
Roman başarılı bir metafiction – üstkurmaca örneği. Orhan Pamuk kendi kaleminden yazdığı kısımları Dostoyevski’nin en büyük belki de dünyanın en büyük romanı olan Karamazov Kardeşler ‘de kullandığı yöntemi, sanki bir yerde oturmuşuz da yazar bize birebir bir şekilde çay ve kahve eşliğinde anlattığı şekilde anlatması çok hoş. Romanın üstkurmaca kısımları ise daha da hoş; mesela: karakterler aralara girip “burada sayın roman okuruna bir şeyler de ben söylemek isterim” tarzındaki cümleleri daha doğrusu bölümleri okumak gerçekten de çok keyifliydi. Kitabın nostaljik anlatımını, resimsel anlatımını daha da güzelleştiriyor.
Orhan Pamuk’un sevilmemesinin en büyük sebeplerinden biri de kendisine oryantalist denilmesi, milletimizi kötülemesi ve herkes kendi tarafından baktığı için tespitlerinin ve görüşlerinin yanlış olduğu belirtilmesi. https://www.youtube.com/watch?v=AHNm0ptOMnA belgeselinde dediği gibi hiçbir olaya kendi tarafımızdan (milletimizin) bakamam demesi kesinlikle çok çok doğru bir söz. Onun için kitapları içinde bir tarafın görüşünü belirtecekse, mesela bu kitabında sağ görüşlü kişilerin sözlerini birebir kendi ağızlarından, herhangi bir yorum vermeden belirtirken birkaç sayfa sonra da sol görüşün düşüncelerini veriyor. Bir sayfada Kürt vatandaşlarımızın görüşlerini ve çektiklerini haklı bir biçimde söyleyebilme cesaretini gösterirken #10182740 bir başka sayfada ise her kesimde olduğu gibi Kürtlerin içinden çıkan yanlışlıkları söyleyebiliyor. İkinci durum olmasa da ilk durum eğer oryantalistlik oluyorsa varsın olsun oryantalistlik olsun ne fark eder? Hepimiz oryantalist olalım o zaman. Kara Kitap’ta olduğu gibi Pamuk’un siyasi tespitleri kesinlikle çok başarılı ve romanları haricinde hayranlık seviyemi kesinlikle daha da çok arttırdı. Siyasi tespitler haricinde diğer normal tespitleri ise insanı bir değişik duygulara boğan, geçmişine götüren cinsten. Mesela hepimiz biliriz ki çocukluğumuzun bakkalları süt ve süt ürünleri koydukları ya da diğer soğuk tutulması gereken ürünlerin koyuldukları buzdolaplarının bazıları bakkallarda vitrin gibi dışarda durur, vitrin gibi içindeki peynirler, salamlar, sosisler vs. sergilenirdi. Bu ince tespitler o kadar güzel kitap içinde anlatılmış ki, kitap için çalışılan 6 yılın (Belli bir süresi Masumiyet Müzesi) cevabını veriyor. Pamuk’un bir başka güzel tespiti ise gecekondular. Bizler onlara gecekondu diyoruz ama roman karakterleri ev ve evimiz diyorlar. Onlar için gecekondu değil evdir çünkü o yapılar.
Boza satıcımız Mevlut’un büyümesi, insanlık gelişimi, cinselliği öğrenimi ile beraber tamamen büyüdüğünü, tamamen yetiştiğini görüyoruz ve bu süreç ile beraber başta İstanbul’un adım adım gelişimi, nüfusunun artması ile beraber Türkiye gündemine oturan olayları ve yaşananları da okurken aslında yakın Türkiye tarihinin bir kısmını okuyoruz.
Roman için yukarıda nostaljik bir havası, resimsel bir anlatımı var demiştim ya, onun için romanın havasını anlattığını düşündüğüm bir fotoğraf albümü yaptım ya da yapmaya çalıştım, umarım beğenirsiniz.