Sevilenler, sevmeyi de öğrenir. Sevilmeyi tatmamış olanın sevginin elifbasını sökmesi de zor oluyor. Sevgisizliğin açtığı narin yaralar pek zor kapanır.
Mutluluğun başlıca şartı, demek ki bazı kaçınılmaz maddî şeyler dışında, zihin hayatıdır. İnsana özgü onur ve iktidardır. Erdem, duru düşünmeye, kendi kendini dizginleyebilmeye, istek dengesine ve araçların sanat değerine dayanır. Bu, ne yalın bir adamın sahip olabileceği bir tanrı vergisidir, ne de tam olarak gelişmiş insandaki yaşantının gerçekleştirilmesidir. Erdeme götüren bir yol, bir kılavuz vardır. Onun sâyesinde dolambaçlı yollara sapmaz, varacağımız yere gecikmeyiz. Bu, “orta yol”dur; aşırılık tanımayan yol. Huy nitelikleri üç grupta toplanabilir: Bunların her birinde ilk ve son nitelikler, aşırı gitme ve kötülük olacaktır. Orta nitelikteyse erdem olacaktır. Böylece korkaklıkla atılganlık arasında yiğitlik; varyemezlikle savurganlık arasında eli açıklık vardır.
Tembellikle açgözlülük arasında tutku; kendini aşağı görmekle böbürlenme arasında alçak gönüllülük, ağzı sıkılıkla boşboğazlık arasında açık sözlülük;
suratı asıklıkla soytarılık arasında, neşeli olma; kavgacılıkla dalkavukluk arasında, dostluk; Hamlet’in kararsızlığı ile Don Kişot’un atılganlığı arasında kendine hâkim olma vardır. Ahlâk ve davranıştaki “doğru”, bu bakımdan matematik ya da mühendislikteki “doğru”dan farksızdır. Yerinde, uygun demektir. En iyi sonucu verecek şekilde en iyi iş gören demektir.
Büyük adam bataklığı baraj haline getiren yaratıcı.Kalabalığı tekme ile uykusundan uyandıran kılavuz.Ama çok defa tekme ile uykusundan uyanan Caliban, efendisini parçalar.
İngilizler harbe girince bizim de harbe sürükleneceğimizi sezerek ilk fırsatta "Atsuta Maru" isimli bir Japon vapurunda güçlükle yer bulup memleket yoluna çıktım. Yakın şarka giden başka vapur yoktu. Atsuta Maru'da 1. mevki ücreti aldılar ve fakat bizi ambarlarda yatırdılar. Yatağım üç katlı ranzalardan birinde üçüncü katta idi.
Acı insanı bir yerden alıp daha ötelerde bir yere taşıyorsa, boşuna çekilmemiş demektir. Ama bazen acının çölünde kaybolup gider insan. O karanlık hücreye sızan bir ışık huzmesi de yoktur. Dünyayı karaltı ve gölgelerden okuyan ruh, kendi evinde olamamanın bilgisiyle ağrır. İnsanın dilinden dökülen kelimeler kendine dokunacak bir mesafede değildir. Kelimeler, şifa olmak bir yana, o yarayı daha da kanatır. Sessizliğin şiltesini üzerine çeker de dünya gözüne ilişmesin, kulaklarına değmesin ister kişi. İçindeki çığlığı kimsenin duymayacağı kadar uzağa gitmek ister. Bu karanlığı delecek bir sevinç parıltısına ihtiyaç var. Sevmeye devam etmek. Umut etmek. Yerinden edilmiş bir ağacın dünyaya tutunmak için kök salacağı bir zemine ihtiyacı var. Yaşıyorum, öyleyse umut ediyorum. Umut ediyorum, öyleyse yaşıyorum.
İnsan, çağımızda hep yorgun: Oynamaktan, örtmekten, gizlemekten, kendisi olmaya giden yolu yürüyememekten yorgun. Oyuncu benliklerin sahici benlikleri gizlediği gösteri toplumunda, aldığımız alkış kadar var olduğumuzu sanıyoruz.