Hiç mümkün müdür ki; bir baharı halkedemeyen ve bütün meyveleri icâd edemeyen ve yer yüzünde sikkeleri bir olan bütün elmaları inşâ edemeyen; onların bir misâl-i musağğarı olan bir elmayı halkedip ve o elmayı nimet olarak birisine yedirsin, şükrünü kazansın, Mahmud-u Bilıtlak'a hamd noktasında iştirak etsin! Hâşâ!.. Çünkü bir elmayı halkeden kim ise, bütün dünyaya gelen elmaları icad eden yine O olabilir. Çünkü sikke birdir. Hem elmaları icâd eden kim ise, bütün dünyada medâr-ı rızık olan hububât ve semerâtı halkeden yine O'dur. Demek en küçük cüz'î bir zîhayata, en cüz'î bir nimeti veren, doğrudan doğruya kâinatın Hàlık'ıdır ve Rezzâk-ı Zülcelâl'dir. Öyle ise şükür ve hamd, doğrudan doğruya O'na aittir. Öyle ise hakikat-ı kâinât, dâima hak lisanıyla der:
لَهُ الْحَمْدُ مِنْ كُلِّ اَحَدٍ مِنَ اْلاَزَلِ اِلَى اْلاَبَدِ
(Her kimden gelirse gelsin ve kime giderse gitsin, ezelden ebede bütün hamdler Ona mahsustur.)
_Buda:
( Gerçeğin dikenli yollarında sevinçle yürümek isteyenlere )
_Sizden inanmanız beklenen şeyleri sorgulayın. Aklınla uzlaşmıyorsa hiçbir şeye inanma; onu ben demiş olsam bile. Bir şeye sırf kulaktan duydunuz diye körü körüne inanmayın, birkaç kuşaktan beri itibar görüyorlar diye, geleneklerin de doğru olduğuna inanmayın. Sırf hocalarınızın