Baktım ertesi gün, eli kolu paketlerle gelmiş... "Hadi şunları pişir" dedi. (Bana bak, bana emredip durma, ben senin cariyen değilim, senin kadar çalışıyorum, sana yakın para kazanıyorum, senin kadar eğitimliyim, sen kendini ne sanıyorsun da beni kendine hizmet ettirip duruyorsun... Senin benden ne üstünlüğün var ha ne üstünlüğün... Kopasıca şeyin mi üstünlüğün?)
Aramızdaki saygıyı bozmamamız gerek... "Hadi şekerim, gel birlikte pişirelim" diyorum. (Gelse mi, gelmese mi...)
Kararlılığımdan ürkmüş görünüyor... Ağzını çarpıtarak gülüyor, belaya çattık der gibi lütfedermiş gibi mutfağa giriyor...
"İstersen bir de önüme önlük takayım ha" diyor, benimkini alıp uzatıyorum, "Taksan iyi olur, elin alışık değil, üstünü kirletirsin" diyorum, fırlatıp atıyor önlüğü... Ama soğanları doğrayıp fasulyeleri ayıklıyor...
Kim koydu beynimdeki ışığı oraya... Neredeymiş o ışık şimdiye dek...