Önümdeki yaşamı bir ağaç gibi düşünüyordum. Ona, olasılıklar ağacı adını vermiştim. İnsan, yaşamı ancak kısa bir süre bu biçimiyle görebilir. Yaşam, sonra insana değişmez biçimde dayatılmış bir yol gibi içinden bir daha hiç çıkılamayacak bir tünel gibi görünür: Bununla birlikte, o eski ağacın görüntüsü içimizde silinmez bir özlem olarak kalır.
Zulme karşı mücadeleler yozlaşarak "kimlik siyaseti"ne ve/veya ayrılıkçılık"a dönüşebilir. Bunların ikisi de çıkmaz sokaktır. İkisi de başat durumdaki bölünme ideolojisinin tersine çevrilmesinden (beyaza karşı siyah, erkeğe karşı kadın, eşcinsel olmayana karşı LGBT, Hiristiyana karşı Müslüman, Türke karşı Kürt) başka bir şey değildir. Ezilenler, tarih boyunca en büyük zaferlerini, sistemin bölücü kategorilerini reddederek, herkesin ortak insanlığını vurgulayarak, başka grupları dayanışmaya çağırarak ve aşağıdan kitlesel birleşik mücadeleye girişerek kazanmışlardır.
Bir diğer barış gönüllüsü Tom Hurndall. Rachel'den (tanımayan yoktur artık diye düşünüyorum) bir ay sonra bu kez bir çocuğu İsrail mermilerinden korurken başından vuruldu ve bir süre bitkisel hayatta kalarak öldü. Ne vatandaşı olduğu İngilizler ne de hiçbir batı ülkesi sesini çıkartmadı. Demek ki Amerikalı ya da İngiliz ya da Filistinli olmak pasaport ile ve kimlik ile değil, yürek ve insanlık ile oluyormuş. Demek ki dünyada iki tane mensubiyet varmış, biri Filistinli olmak yani insanlık vatandaşı, diğeri hangi cehennemin dibiyse işte.
Zaten çıplak ama onlar onu soymayı sürdürüyor! Onu benliğinden soymaya çalışıyorlar! Yazgısından soymaya çalışıyorlar! Ona başka bir ad verdikten sonra, kimliği olmayan kişilerin yanına atacaklar ve o, kim olduğunu hiçbir zaman kimseye anlatamayacak.
Özgürlük mü? Sefaletinizi yaşarken mutsuz ya da mutlu olabilirsiniz. Özgürlüğünüz, işte bu seçimi yapmaktan ibarettir. Bireyselliğinizi, çoğunluğun oluşturduğu kazan içinde eritebilirsiniz ve bunu bozgun ya da sevinç duygusu içinde yapabilirsiniz. Bizim seçimimiz, sevgili hanımefendi, sevinç duygusu.
Ama bu durumda, yaşamın yüceliği nerede? Yalnızca tıkınmaya, çiftleşmeye, tuvalet kağıdına yazgılıysak, kimiz biz? Ve elimizden yalnızca bunu yapmak geliyorsa, bize söyledikleri gibi, özgür varlıklar olmaktan nasıl gurur duyabiliriz?
‘Düşüncelerin uygunsuz bir aradalığı.’ Birbiriyle hiç bağdaşmayan bu tutumlar, nasıl oluyor da aynı kafanın içinde, aynı yatağı paylaşan iki metres gibi yan yana olabiliyordu?
Oysa yüzyılımız, bizim çok müthiş bir gerçeği anlamamızı sağladı: İnsan, dünyayı değiştirebilecek çapta bir yaratık değil, hiçbir zaman da olamayacak. Devrimci olarak benim deneyimlerimden çıkardığım temel sonuç bu.