Kendini eşleme yeteneğinin cansız dünyada gerçek bir karşılığı olmasa da, doymuş çözeltilerdeki kristallerin çoğalmasında aydınlatıcı bir benzerlik vardır. Kristalleşme süreci, orijinal “tohum” kristaline benzer yapısal bir çatı taşıyan yeni maddelerin oluşumunu sağlar. Kristaller, en basit canlı organizmalardan çok daha az karmaşıktır ve yapıları, canlı hücrelerin aksine, dinamik değil statiktir.
Buna rağmen, kristallerin kendini “çoğaltma” yeteneği, fizikçi Erwin Schrödinger’in "What is Life?" (“Hayat Nedir?”) adlı ünlü denemesinde, hücrelerin genetik materyalinin bazı yönlerden bir kristalin özelliklerini taşıması gerektiği fikrine ilham vermiştir. Schrödinger’in 1944’teki bu öngörüsü (genlerin gerçek yapısının anlaşılmasından yıllar önce), genetik materyal olan deoksiribonükleik asidin bazı temel özelliklerini oldukça doğru bir şekilde tanımlamıştır.
Bir organizmanın her bir bileşeni özgül bir işleve sahiptir. Bu durum yalnızca yapraklar ve dallar ya da kalp ve akciğerler gibi makroskobik yapılar için değil; aynı zamanda çekirdek ve kloroplast gibi mikroskobik hücre içi yapılar ile bunların kimyasal bileşenleri için de geçerlidir.
Canlının kimyasal bileşenleri arasındaki ilişkiler dinamiktir; bir bileşendeki değişiklikler, diğerlerinde karşılıklı ya da tamamlayıcı değişikliklere neden olur. Bu bütünsel yapı, onu oluşturan tek tek parçaların ötesinde bir karakter sergiler. Moleküllerin toplamı bir programı yürütür; bu programın nihai ürünü ise, kendisinin kopyalanması ve bu moleküler bütünlüğün sürekliliğidir — yani, kısaca yaşamdır.
Sayfa 22 - Erwin Schrödinger