Gözleri kızın alnına düşmüş altın bir saç telinde, kulak memelerinin taze pembeliğinde, alt dudağının tatlı kıvrımında, entarisinin yakasından aşağıya doğru inip kaybolan billur olukta ve entarisinin göğsünde iki küçük meme başı kabartısında dikkatle durdu. Sonra sağ kolunu tutan kınalı ellere baktı. Dal dal ve çiçek çiçek halının üstünde parmakları kınalı çıplak ayaklara baktı. O eller ve ayaklar, eller ve ayaklardaki parmaklar manolya, yasemin, sümbül koçanı, kırağası üstünde yapıncak üzümü salkımı, muattar ışıktan güvercin, kumruydu. Eğilip ayaklarına yüz süremediği için usulca kızın elini öptü. Letaif dehşet içinde titredi ve ancak oğlanın işitebileceği mırıltı ile:
"Yapma!" diyebildi.
İstanbul deyince aklıma
Bir sepet kınalı yapıncak gelir
Şehzadebaşı´nda akşam üstü
Sepetin üstünde üç tane mum
Bir kız yanaşır insafsızca dişi
Boyuna bosuna kurban olduğum
Kalın dudaklarında yapıncağın balı
Tepeden tırnağa arzu dolu
Sam yeli, söğüt dalı, harmandalı
Bir şarap mahzeninde doğmuş olmalı
Şehzadebaşı´nda akşamüstü
Yine zevrak-ı
Nerede kınalı eller
Nerede o coşkulu gülüşler
Nerede kabına sığmayan sevinçler
Nerede sesimizden sözümüzden taşan neşeler
Nerede
Nerede başımızdaki büyükler
Nerede bir aşı bin kılan bereketli eller
Nerede bi telefon uzağımızdakiler
Nerede nineler nerede dedeler
İstanbul cilveli bir ceylan edasıyla Anadolu'nun aşkıydı. İstanbul olmadan Anadolu olmazdı. Şimdi İstanbul'u İstanbul yapmak için Anadolu'ya yönelme zamanıydı. Anadolu. Nice yiğitlere analık yapmış bahtiyar diyar...
Bir rüzgar esti bozuldu bağ, bir taş parçası ile yıkıldı dimağ, değişti tüm resim, maharetli ellere zulüm yağdı.
O eller ki kınalı, öpülesi.
O eller ki dağıtır eteğinde olanı.
Şimdi ne sığılacak bir gemi, ne de sığınılacak bir liman kaldı.