Yarar yok bu dünyada! Ölüm varsa yarar yok. Ölüm bütün sihri bozar. Kurtardığın hayatlar da ölür. Aldığın Nobeller de paslanır. Doğduğun evler de yıkılır. Bin yıl yaşa, görürsün! dedim kendime.
Ağzımdan çıkan, başkalarının duyabildiği bir sesin yanında, içimde yankılanan ve kimsenin varlığından bile haberdar olamayacağı başka bir ses daha vardı.
İnsanlar beyinlerini uyuşturma yöntemlerine göre sınıflara ayrıldılar. Hepsi kendini kandırdı. Benim kandıracak kimsem yoktu. Çünkü kanmış olarak doğmuştum.
“O kadar istedim ki gerçek bir duyguyu içimde hissetmeyi! Eğer pişmanlık hissedersem devamı da gelir, diyordum kendime. Sevmeyi bile öğrenebilirim yeniden, diyordum. Yeniden bir insan olabilirdim. Ama şimdi anlıyorum ki benim için artık çok geç. Ne bir pişmanlık duyuyorum ne de gözpınarlarım ıslanıyor. Hiçbir şey hissetmiyorum. Hiçbir şey…”
Ben biliyordum hastalığımı. Adı bile vardı. Belki tıp kitaplarında değil ama edebiyat ve felsefe kitaplarında rastlanıyordu ismine;
Yaşama hastalığı… Bir çeşit alerji. Oksijene.
Önce bilgiyle, sonra düşünme ile gelen, insanın kendini üstün görmesi, diğer bütün konuşan yaratıkları ilk bakışta yargılaması belli bir yaşa kadar devam eder. Sonra bir gün fark edilir hiçbir canlının anlaşılabilecek kadar basit olmadığı. İçine kapanık bir çocuğun sınıf arkadaşlarını pompalı tüfekle katlettiğini okursun gazetede. Orta yaşlardaki başarılı bir mühendisin bir çocuk gibi evinden, ailesinden kaçtığına tanık olursun. Yargılar isabetsiz hale gelir. Çözdüğünü ya da uyanışından yatağına dönüşüne kadar bir gün boyunca neler yaptığını tahmin ettiğini sandığın insanları aslında ne kadar az tanıdığını fark edersin. Ve yıllarca sadece kendini çift hatta daha fazla sayıda hayat sahibi gördüğünden, şaşırırsın bir benzerini başkalarının da yapabilmesi. Hatta senden yüz kitap daha cahillerin aklından geçenleri okuyamadığın için utanırsın kendinden. Oysa onlara benzememek için hiçbir iş yapmamış, hiçbir inanca ve amaca sahip olmamışsındır. Sadece gözlem ve eleştiri vardır hayatında. Ama on sekiz yaşına kadar son derece normal, başarılı, popüler bir çocukluk geçirerek gelmiş bir gencin kendini asmasına tanık olunca, bir yudum bile yükselememiş olduğunu anlarsın.
Anladım konuşulacak bir şey olmadığını. Onunla benim, birbirimize anlatacağımız herhangi bir şeyimiz yoktu. Ağır kurşun yaraları almış ölmekte olan iki düşman askerinin birbirlerine dokunmadan yan yana yatmaları gibi. Hiç dokunmadan…
Ölümü doğduğunda başlamış ve dünyada görülmüş en uzun süren intihar olarak tarihe geçmiştir. Bugüne kadar yaşamış insanların arasında ölümü en acılı olandır. Çünkü yaşayarak ölmüştür. Yaşayarak intihar etmiştir. Yazarak. Hiç durmadan. Kitap yazması kendisi için fazla tehlikeli olmaya başladığında ise mektuplar yazmıştır. Binlerce sayfa! Sanki her biri farklı bir insanın kaleminden çıkmış binlerce mektup… Bazıları silahla, bazıları siyanürle; bazıları çatılarından atlayarak. Bazıları da yaşayarak! Ki sonuncusu en acı veren ve en yavaşıdır. İnsanın canı o kadar yanar ki birkaç yıl sonra hiçbir şey hissetmemeye başlar.