Gerçek olaylara dayanılarak yazılan bu roman bir büyüme hikayesi aslında.İsveç gibi bir ülkede yaşanan ırkçılığın, adaletsizliğin, hayvanlara yapılan işkencenin, doğaya yapılan acımasızlığın günbegün büyüme hikayesi.
Roman geçimini rengeyiği yetiştiriciliğiyle sağlayan bir Sami ailesinin 9 yaşındaki çocuğu Elsa'nın kendi geyiğinin öldürülmesine tanık olmasıyla başlar. Tehdit edildiği, azınlığn bir parçası olduğu için de yıllarca kimin öldürdüğünü söyleyemeden, adaletin gerçekleşmesini umarak susar. Polislerin ya da köyü yöneten kişilerin devam eden bu rengeyiği katliamını "çalınan" olarak nitelendirmesiyle birlikte açılan tüm dosyalar kapanır. Yıllar geçer ve aslında "çalınan" ın rengeyikleri değil de insanların vicdanının, adaletin, görev bilincinin olduğunu görürüz.
Değinmek istediğim noktalardan biri de kitabın muhteşem atmosferi. Sanki bir sinema filmi izliyormuşuz gibi İsveçin o soğuk atmosferini, o yaşamın zorluğunu yazar okuyucuya muazzam hissettiriyor.
Diğer bir konuda o 31. bölümdeki yazarın okuyucuyu en hazırlıksız yakaladığı anda dumur etmesiydi. Hiç beklemediğim bir anda neye uğradığımı şaşırıp, kalbimizi kırdın Ann Helen hanımefendi. Bu acımasızlığı unutamayacağım.
Hayvan haklarına, iklim krizine ve en önemlisi adalete inanan insanların mutlaka okuması gerektiğini düşünüyorum.