Dersimli Bego Amca;
“Kimseye bir şey yapmadık. Bizi toplu halde kırıyorlardı. Asker süngüyle kadının karnına vuruyordu, bebeği çıkardı ve yere attı.”
“Dersim’i alt üst etti, bir şey bırakmadılar. Unutmasınlar, hiç kimse bu katliamı unutmasın.”
Yezidilerde bir, birçok giz vardı. Durmadan onlara, şeytana, tavuskuşuna, güneşe tapıyorlar, diye zulmediyor, onları öldürüyor, tükettik sanıyorlar, bir de bakıyorlardı ki yıllar sonra dağlara kaçıp orada çoğalmış Yezidiler, dağlardan inmişler Laliş koyağını doldurmuşlar. Beyler gene din uğruna Yezidileri kırıyor, kalanlar gene dağlara
Yusuf, gözlerini televizyondan alamadı. Zâlim, vahşi İsrail askerleri bir Filistinli genci yakalamış, kolunu ters çevirip, taşla vurarak kırıyorlardı. Yusuf, çocuk masumluğuyla anlam veremediği bu hâdiseyi, ne olduğunu, niçin olduğunu dedesine sormuştu. O görüntü hayatı boyunca Yusuf’un gözlerinden silinmedi
Alçak gönüllüydüm , beni hesaplı olmakla suçluyorlardı; sustum. İyilik ve kötülüğü derinden duyuyordum; beni anlamıyorlardı, hep kırıyorlardı; kinci oldum. Neşesizdim, öteki çocuklar gibi şen ve geveze değildim; kendimi onlardan üstün görüyordum ama herkes beni onlardan aşağı görmekte sözbirliği etmişti; kıskanç oldum. Bütün dünyayı sevebilirdim; beni kimse değerlendirmedi; ben de dünyadan nefret etmeyi öğrendim. Renksiz gençliğim kendimle ve çevremle savaşmakla geçti. En güzel duygularımı alay ederler diye, kalbimin derinliklerine gömdüm. Onlar da orada öldüler.
"İnsanlar neden onlara verdiğim ilk şansı düzeltmek yerine sürekli ikinci şans istiyordu? Ya da ikinci bir şans isteyeceklerse neden kırıyorlardı?"
- Abilerim mi?
wattpad.com/story/255300949...
1)Kağıtçılık ve matbaacılık, Gutenberg’den 700 sene önce Çin’de ortaya çıkmıştır.
2) Milattan sonra 610’da Çin’de demir zincirlerle tutturulmuş bir asma köprü çoktan mevcuttur.
3) Avrupa büyük keşiflerine başlamadan önce, Çin gemileri çoktan Kamçatka ve Madagaskar arasında dümen kırıyorlardı.
“Çinliler üniformalarımızı alıp bize gri, tek tip elbiseler verdiler. Astları üstleri birbirine karıştıralım, askerî disiplinimizi kaybedelim istiyorlardı. Amerikalılar bu oyuna gelmişti ve her kargaşada birbirlerini kırıyorlardı. Ama biz rütbe ve kıdem sırasını hiç kaybetmediğimiz için oradan noksansız çıkmaya muvaffak olduk." diyordu.
Giyotin konusunda bir sürü şaka yapılıyordu. Baş ağrılarınızı kökünden iyi ediyordu. Saçınızın ağarmasını engelliyordu. Cildinize olağanüstü bir pembelik veriyordu. Sinek kaydı traş eden ulusal usturaydı. Kim Bayan Giyotin'i öpecek olsa, ufak bir pencereden bakıp, sepete hapşırıveriyordu! İnsan soyunun yeniden dirilişinin simgesiydi. Haç'tan daha çok önem taşıyordu. Göğüslerden haçlar çıkarılmış, yerlerine küçük giyotinler takılmıştı. Haç'ı yadsıyanlar Giyotin'e diz kırıyorlardı.
Birden sol yanımızda iki kişi belirdi,
çıplak vücutları tırmalanmıştı, hızla kaçıyorlardı,
ağaçların dallarını kırıyorlardı.
Öndeki: "Ey ölüm, yetiş kurtar beni!" dedi.
"Her zamanki gibi o gün de kahveye gittim. Kahvenin sahibi yanıma geldi ve dedi ki: 'Anton'cuğum bugün sen eve gitsen daha iyi olur.' 'Niye ne oldu?' dedim. O sadece acele etmemi ve doğru eve gitmemi söyledi. Birkaç cadde daha ilerledikten sonra ne olduğunu anladım. Baltalarla dükkânların kepenklerini ve evlerin kapılarını kırıyorlardı. Camlardan piyanolar ve dolaplar aşağı atılıyordu ve bağırıyorlardı: 'Bugün malınız ve mülkünüz, yarın hayatınız'... " (51)
(51) Antonis Augustionis ile mülakat, 20.10.2001.
Kuru soğuk, ayazıyla ünlü bir şehirdeyim.
Burada insanlar çeşit çeşit... Dünyanın kalanında olduğu gibi; iyi insanlar, kötü insanlar ve gri insanlar. Gri şehre egemen, yine dünyanın kalanında olduğu gibi, gri insanlar.
Her şey burada başlamadı fakat her şey, burada bitti. Kim olduğumu ilk ve defalarca kez, burada keşfettim. Elimde valizim, o