Demir gibi bir düzenin olmadığı yerde, kalabalık milletin de, dişini ısırmalık olacak ot gördüğünde, her bir otu kovalayarak koşan, kuzgun kursaklı hayvanın da bir imiş. insan denilen kulun, kızıl boğazın derdinden öteye aşamazken " insanım" demeye, "bireyim" "adam safına girmiş yiğidim" diyerek mağrur mağrur ata binmeye, hepsi baştan sona birer kızıl göz olan, kara kalabalığın başındaki bahtla bahtsızlığı eksiksiz tanıyıp, birbirini göğsünden itmeyecek olup, canımız tenimiz bir varlık, bir kavram, bir yaradılışsız demeden ve bunu anlamadan "halkız "diye gerdiği göğsünü yumruklayıp kasılmaya hakkı yokmuş. Bütün bir millet olup birleştiğinde, bir karara odaklandığında ise, karlı dağ gibi herhangi bir çetin iş, eli becerikli kadının elindeki kirmen gibi fır dönüverirmiş.
Sayfa 249 - Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı YayınlarıKitabı okudu
acılar kaldıysa dünden bugüne
elbet sorulacak bir hesap vardır.
ve hüznü, bir kirmen gibi eğirip yükleyip türküleri tuza ve yüne
ve ilkyazı bir garib efsane
diye söyleyenler, yaşatanlardır.
Ariflerin kalplerinin, başkalarının göremediklerini gören gözleri vardır.
Kirámen katibinin kalemine gelmeyen iç yakıcı yalvarışlar yapan dilleri vardır.
acılar kaldıysa dünden bugüne
elbet sorulacak bir hesap vardır
ve hüznü bir kirmen gibi eğirip
yükleyip türküleri tuza ve yüne
ve ilkyazı bir garib efsane
diye söyleyenler, yaşatanlardır
Ölüm, uysal bir mesnevî gibi
aktı gider, döne döne
güneş de batarken sararır
acılar kaldıysa dünden bugüne
elbet sorulacak bir hesap vardır
ve hüznü bir kirmen gibi eğirip
yükleyip türküleri tuza ve yüne
ve ilkyazı bir garib efsâne
diye söyleyenler, yaşatanlardır
ölüm, uysal bir mesnevî gibi
aktı gider, döne döne
ve gel zaman, git zamandır
söz yanar, cönk üşür, yaz morarır
saçları çil kuşu, sesi nar tane
ve ürkek bir kilim gibi seğirip
ve nasılsa bir gülü edip bahane
gözleri mahzunîdir, karacaoğlandır
güneş de batarken sararır
ölüm, uysal bir mesnevî gibi
aktı gider, döne döne
YAŞAR KEMAL’İN ROMANLARINDA ÇUKUROVA AĞZINA AİT SÖZCÜKLER VE ETİMOLOJİLERİ
kilükal: Ar. kīl ü kal Dedikodu. (Devellioğlu 1996: 515b)
“Yalnız, lütfen benim yanımda vereyin ki kilükali mucip olmasın." (İM 4, s. 263)
huğ: Arapça kūḫ “sazlardan yapılmış, penceresiz, tarla ve bağ kulübesi” biçimine bağlamaktadır fakat R. Dankoff’ un Ermenice
İnsanlar güzel olanı sever, iyiliği güzellik kadar seven insan bulunuyor mu, emin değilim. İnsanlar; kinle ve nefretle dolu ol- masalar, çokça öfkeli olmasalar, etraflarında daha çok güzellik keşfederlerdi kuşkusuz. İnsanların kızgın, öfkeli olması; çevrele- rinde bulunan birçok güzelliği görmelerine, keşfetmelerine mâni oluyor. Güzelliğe düşkün öfke körü insanların iyiliği sevmeleri, teşvik, takdir etmeleri beklenmez doğal olarak. İnsanlar ifrat- tan tefrite ışık hızıyla geçiyorlar. Çoğu zaman ya garezlerinden, kinlerinden ya da isteklerinden, arzularından ileri geliyor ifrat ile tefrit arasındaki hızlı gelgitleri. Hasetlerinden, döndürülen kirmen misali dönüp duruyorlar. İyiliği ağırşak misali yük farz ediyorlar. Oysa ağırşak kirmen iş birliği işlevsel, insanlar kirmen misali öfkelerinden dönüp dururlarken ağırşak yük. Epey yük, iyilik ağırşak...
''(...)Yıldız Dağı'nın dibinde, gecenin dört bir yandan getirip çadırımızın üzerine yıktığı bin türlü ses ve uğultu arasında ben hep bu dağın şöyle bir gördüğüm mağrur ve dumanlı başını düşünmüştüm. Onda bir nevi Ecdat Tanrı çehresi sezer gibiydim. Bana öyle geliyordu ki kulağımı biraz daha iyi versem, yıldızlarla ne konuştuğunu duyacaktım. Kim bilir, belki de her gece, olduğu yerden ellerimi uzatarak, tıpkı üç yıl önce Sinop'ta iptidai mektebine giderken her sabah önünden geçtiğim Muvakkithanenin penceresinden, şevkle büyük asma saatleri kurduğunu gördüğüm ihtiyar gibi, yıldızların saatini kuruyor, Kervankıran'la Çobanyıldızı'nı, Büyük Ayı'yı, Küçük Ayı'yı, Ağlayan Kadınları, kiminin mesafeler içindeki yalnızlığına hüzün duyduğum, kiminin kadife kadar yumuşak ve koyu karanlığa uzattığı mücevher salkımlarına imrendiğim bütün öteki yıldızları birbirine ayarlıyor, güneşin doğacağı dakikayı, ayın sihirli sandalının geçeceği suları tayin ediyor, ölenlerin adını bir başka yıldızın gözlerini yavaşça yumarak siliyor, hulasa kainat ve kader dediğimiz büyük gidiş gelişi oradan tek başına ve kendi kendine idare ediyordu(...)''