“Kırmızı Şemsiye” adlı öyküden...
Akıl Hastası’nın öne çıkan, üzerinden kavramsal tartışmalara gidilebilecek bir yönü, yoksunluk duygusu ile bunun kendince getirdiği çözüm. Ulaşamadığı kadını zihinde tabuya dönüştürerek kadınlara dokunmaktan kaçınan; kan almak, ateş ölçmek gibi işlemler için hemşirelerin ona dokunmasından korkan adamcağız istendik davranış kalıpları içinde kalarak bedenindeki kadın isteğiyle başa çıkmakta zorlanıyor. Cinsel uyarım yaşamadığı anlarda bile mastürbasyon yaparak şehvetini köreltmeye çalışıyor. Arzunun bir doluluk oranı varmış, musluğu açık bırakarak o havuz boşaltılabilirmiş gibi. Vizite sırasında, havalandırmada, kantinde pantolonunu indirip çoğu kez sertleşmeyen penisi ile oynamasına tatlı dil de ceza da engel olamıyor. Doktorlar bu savunma mekanizmasını çözdüklerini sanadursun, pratisyen sevgili adamın davranışının bir romanda ele alınmasının yararlarına kafa yoruyor. Ona göre ruhla beden, daha bilimsel söylenirse uyarım ile tepki arasındaki ilişki bu vaka üzerinden yeni bir bakışla incelenebilir. Ayrıca yaban inanışlarındaki ritüellerin veya kurumsal dinlerin heterodoks kollarındaki kimi uygulamaların cinsel göndermeler üzerine kurulması, insandaki akılla kutsanmış yanın açığa çıkmasıyla bağlanarak konu edilebilir.(...)
“Kırmızı Şemsiye” adlı öyküden...
Bilgiye ulaşmanın her zaman istendik sonuçlar doğurmayacağını gösteren o ibret dolu tragedyaların ozanları elbette Platon’un devletinde yer bulamayacaktı. Ben de öyküde, tragedyanın doğuşunu anımsatarak Platon’un uzun sürmüş iktidarına ilk çekici sallayan Nietzche ile onun çakıllarını temizlediği yolda yürüyen kimi çağdaş filozofların izinden gitmeyi uygun buldum. Sözgelimi Foucault’nun akıllılığın sınırının saptanmasını ideolojik tercih, hatta yetke aracı olarak değerlendiren yapıtından hareketle Yazarımın yazmaya çabaladığı romanın kahramanına akıl hastanesi sakini kimliği verdim.
Reklam
“Kırmızı Şemsiye” adlı öyküden...
(...)Sevgilisi Yazar’ı önce öyküden vazgeçip romana yönelmeye ikna ediyor. Bunu yaparken onun artık öykünün olanaklarını tükettiğini, kaleminin romana yatkınlığını, üstelik romancıların büyük edebiyat ödüllerine daha yakın olduğunu vurguluyor.(...)
“Kırmızı Şemsiye” adlı öyküden...
(...)Sonuçta metin (Yunancada örgü demektir) yazarın niyetinden bağımsız bir varoluşa sahiptir.(...)
“Kırmızı Şemsiye” adlı öyküden...
(...)“Korku” diyordu adam, “Kaçmak yerine peşinden gitmemiz gereken duygumuzdur. Bunu yapanlar diğer insanlarda daha büyük korkular uyandırır. Bu binanın yapımına, döşenmesine, içeridekilerin maaşlarının ödenmesine bunca para ayıran devlet, insanoğlunun korkusunun anıtlaşmış halidir.”(...)