Her ne kadar bilmek bir kibir, insan inanmak için yaşamalıdır, diye düşünmeye devam etsem dahi ikinci kez kendini okutan bu roman hem en mühim meselelere değiniyor hem de maceranın unutturucu gücünü sunuyor.
Evet bilmek imana giden yolda gerekli olan bir aşama. Ama bilmeyi kutsayan bilimci pozitivist bakış insana gerçekten bilmeyi sunuyor mu? Sunulan şey bilmeye dair özden parçalar muhteva etse dahi bu hakikat denilen anlama, saf bilgiye, huzura ulaştıran malumata, ne bileyim eşyanın hakikatine ulaştırır mi insanı? Sanmıyorum.
En başa dönersem İhsan Oktay Anar romanları bütün bu farklı düşüncelere rağmen beni sarıyor. Bir okuma kurdu olan ergen gibi metni hemen bitiriverme isteği uyandırıyor. Hatta şu an olduğu gibi ikinci kez okuma isteği oluşturuyor. Bu bence geçmişle kurduğu yakın ilişki, işlenen zamana ait kelimeler, deyimler vs. İle oluşturulmuş nevi şahsına münhasır üslubu ,elbette hikayenin baglamla kurduğu bağ ile serüven hissinin kuvvetli bir şekilde metnin her yerinde hissedilmesinden kaynaklanıyor sanırım.