Dikkatle bakanlar görür; bedendeki bütün organlar kalbe hizmet etmeye, kalbe yaranmaya bayılıyor. Tabiri caizse bütün yollar ona çıkıyor. Akıl veya beyin onun için çalışıp didiniyorlar. Tıp ilmine göre sevdiğiniz birini görünce gözünüzden beyne, bir güzelliği kokladığınızda burnunuzdan beyne, sevgiliyi işittiğinizde kulaktan beyne sinyaller gidiyor, beyin o sırada bir el çabukluğuyla böbrek üstü bezleri haberdar edip bezlere adrenalin salgılatıyor ve sonra başlıyor kalbimiz çarpmaya. Ah kalbi'm!.
Peki ya hakikat? Görülenin ötesindeki görülmeyen?
Peki ya aşk? Kelimelere sığmayan mâna!
Kalp, sevgili için feda olmaya da ilahî tecelliler için yanmaya da elverişlidir ve insanın bütün farklı hallerine dair bilgi ve düşüncenin mekânı, öznesi, kaynağı veya aracıdır. Bir et parçasından ibaret zannettiğimiz kalbin içinde ondan ayrı bir kalp vardır ki buna ”Rabbânî latife” ve ”İlahî cevher” denir. Bu cevher insanoğlunun hakikatidir. İdrak eden, bilen ve kavrayan odur. Fizikî kalp ile gerçek kalp arasındaki ilişki, renklerin cisimlerle, sıfatların isimlerle veya oturan kişinin mekânla ilişkisi gibidir. Nitekim Kur'an’da kalp lafzı anıldığında insanın anlayan ve eşyanın hakikatini bilen bir merkezinden (fuâd) söz edilir. Gönül? Belki de!