Kişi ne kadar çok şeye sahip olursa üretici faaliyette bulunmaya o kadar az istek duyar.
Sahip olma ve ruhsal tembellik sonunda kısır bir döngü oluşturup birbirini pekiştirir.
" Ne diyorsun dostum, Govinda, acaba doğru yolda mıyız? Acaba bilim denen şeye, esenlik denen şeye yaklaşıyor muyuz? Bir kısır döngü içinde dolanıp duruyor muyuz yoksa - oysa biz çevrim denen şeyden kaçıp kurtulmayı düşünmüyor muyduk?"
"Kim bilir ruhumuza dokunan kaç kalbi istemeden kırdık, belki anlamaya tenezzül etmeden terk ettik ama sonuç şu ki geçen zamanla birlikte her birinin kıymetini öğrendik. Ne de olsa kıymetin kaybedildikten sonra ortaya çıkmak gibi bir huyu vardır. Acı veren kısır döngü..."
Kısır döngü asla yok olmaz. Sadece genişler, sonra da kendini unutturur. Niye? Çünkü döngü dediğin, bildiğin daire. Üstünde tam tur atmak o kadar uzun sürer ki, aynı noktadan ikinci kez geçtiğini anlayamazsın bile. Hatta bazen, kısır döngü öyle bir genişler ki başladığın yere dönmeye ömrün yetmez. İnsan da, kör at gibi koşta ilerlerken öldüğünü düşünüp son nefesini bile huzurla verir! Ama kör olmak şart tabii! Yoksa anlarsın aynı yerde dönüp dolaştığını. Onun için yaşlıların gözleri bozulur, anlıyor musun? Aynı yerden tekrar geçtiğini anlamasınlar diye.
Bir gayesi yahut kendi gündemi olmayan kimseler, çevrelerinde cereyan eden, her olan ve bitenden kendilerine paye biçerler. Bu vaziyet, bir kısır döngü içerisinde zihni, kalbi ve de azmi israf etmektir. Zamanla mecal tükenir, bu prangadan sıyrılmak artık mümkün olmaz.