"Aydınlık ile karanlığı, savaş ile barışı, yükseliş ile çöküşü yaşamış olan bir kişi, hayatı gerçek anlamda yaşamış demektir."
Kitabın son cümlesi buydu. Bana göre kitabın tek cümlelik özeti de işte bu son cümle olabilir tek başına.
Kısa öyküleriyle bildiğimiz Zweig bu otobiyografik eserinde hem kendi hayatını; hem de ikinci dünya savaşına savrulan Avrupa'yı anlatıyor.
Yine o bildiğimiz akıcı üslubu ile, başından sonuna kadar film tadında satırlar okutturuyor bizlere Zweig.
Bu kitabı okurken adeta film izler gibiydim. Zweig'in hayatı filme alınsa, Dünün Dünyası iyi bir referans olurdu bence.
Tek bir sahneyi dikkatlerinize sunmak isterim. Zweig, sığındığı İngiltere'de ikinci evliliğine hazırlanmaktadır. Nikah günü, nikah dairesinde imzalar atılmak üzereyken bir başka memur Almanya'nın Polonya'ya saldırdığı haberini verir. O sırada nikah memuru savaşın başladığını ve bu durumda, Zweig'in nikahının kıyılıp kıyılamayacağı konusunda üstlerine danışması gerektiğini söyler.
Bu ve bunun gibi nice sahneler... Ve Zweig'in ünlü edebiyatçılar ve sanat çevresiyle kurduğu ilişkiler... Çok gezen, çok yazan, çok anılar biriktiren bir yazarın serüveni bu. Zweig'in hayatını merak edenler kaçırmasın diyorum.