''Daha önce belirttiğim gibi, ömrüm boyunca işten çalabileceğim her anı kitap okumaya, film seyretmeye ve müzik dinlemeye ayırmıştım. Ama kültürel nesneleri yiyip yutmadaki bu çılgınlıkta bence önemli bir zevksizlik yatıyordu. Saygın eserler ile çok daha az saygın olanlar kabaca birbirine karışmıştı.''
Sayfa 58 - Kırmızı Kedi Yayınları / 14. BaskıKitabı okudu
"AN"
Dünyanın diğer ucuna da gitsen yanında götürdüğün bir şey var. Ondan kurtulamıyorsun. Bazen yolda olma hissi güzel geliyor. Ama anlık bir his. Çünkü gemi bir limana varacak ve gidiyor olmanın hissettirdiği hafifleme-rahatlama-kurtulma karışımı o anlamsız keyif bitecek. Biteceğini biliyorsan da sahip olduğun “An” en kıymetli şey oluyor. En basit izahı kaybetme korkusuyla elindekine daha çok sarılma psikolojisi. O an anlıyorsun ki mutluluk “An"a ait. Küçük bir çikolata parçasının verdiği haz, yarım kiloluk kavanozun dibini görene kadar kaşıkladığın hazla aynı değil şu hayatta. İlk öptüğündeki gibi çarpmıyor yüreğin uzun uzun öperken. Bir film izleyip "Bazen gitmek gerekir” diyorsun. İşte mutluluk o “An"a ait. Otobüs terminalinde içtiğin son sigaraya. Kulaklığında umutlu melodiler, bir elinde yeni bir kitap, diğer elinde o haftanın tüm mizah dergileri camdan dağları izlediğin "An"a. Mola yerinde yediğin gözlemeye. O "An” mutlusun işte. Sonrası yok. Çünkü vardığında anlıyorsun ki dünyanın diğer ucuna da gitsen yanında götürdüğün bir şey var.
Sayfa 17
Reklam
Baksana anne... Artık uluslararası başarılara sahibiz... Bir Cimbom örneği, bir Naim Süleymanoğlu... Bir Sertaç Yener... – O kim kız? Sertab Yeneç?.. Sezen Aksu’nun yetiştirmesi mi? – 24 yaşında dünyaca ünlü bir baraj mühendisi... Baraj gövdelerinde çatlaklara neden olan “borulanma” problemini ortadan kaldırmış... Suat Atalık var, dünya satrancında en önemli isimlerden... Bi düşünsene, bunlardan kaç tane daha vardır... Yetenekleri daha ortaya çıkmadan yiyip dayağı aşşağı oturuyorlarsa... Kitap okuyamıyolarsa, film izleyemiyolarsa... Orta zekâlı kazmaların kurdukları tezgâhlarda habire kenara itiliyolarsa... – Milpardon... Haklısın kızım... Çok paramız vardı çarçur ettik... Sana bi piyano, bi bale dersi aldırtamadık... Hayatımızda şööle geniş bir evde oturamadık ki... Banyoya baraj yapalım, sen orda otur “borulanma problemini” ortadan kaldır... – Ne alakası var anne yaa... Tamam bu ülkede hiç bi konuda “tesis yok” zaten... Ama yürek de yok... Kızlar zengin koca bulmaya, erkekler kurnaz olup köşe dönmeye, arada bi Alman hocalar, Bulgar antrenörler desteğinde “Avrupağğ duy sesimizi” demeye geliyoruz şu dünyaya... Mesela ben, birazcık okuyabilseydim... Belki de çok önemli bir bilim kadını olurdum... Madam Küri gibi... Belki Sıdıkanyum diye bir element bulurdum... – Belanı bulucan sen belanı... Kopuk karı, dengesiz kaltak... – Aman be, hemen küfür kâfir, sindirmece... Kaçıcam şu evden resmen. “Beyin göçü” olcak...
Evîn ne weke pirtûk û filîman e, mirov dikare disa li filîmekî temaşe bike û pirtûkekê ji nû ve bixwîne, lê mirov nikare evînekê ji nû ve bijî. ------ Aşk, kitap ve film gibi değildir. İnsan yeniden bir filmi izleyebilir ya da bir kitabı yeniden okuyabilir. Ama bir aşkı yeniden yaşayamaz
Güzel tespit!
Türkiye’de milliyetçilik yükseliyor mu? Milliyetçiliğe yaslanan bir film gişe rekorlarını, Türklerin çılgınlıklarını anlatan kitaplar satış rekorlarını alt üst ediyor. Çanakkale, bir süredir ziyaretçi akınına uğruyor. Milletçe birden kendimizi çok mu sevmeye başladık? Bana sorarsanız, milliyetçilik değil hamaset yükseliyor. Büyüklenmeci tutumlar, aslında özde ne kadar incinebilir olduğumuzu ele veriyor. Kendimize güvenmiyoruz. Çaresiz ve incinmiş insanlar, ‘milli gurur’u kurgusal olsa da onaran, bir film veya kitap süresince kendilerini iyi hissettiren ürünleri, duygusal boşalma aracı olarak kullanıyorlar. Ancak sokaklarda yükselen hamaset, etliye sütlüye karışmayan ve sorumluluk almayan bir kolaycılığı gizliyor. Milli duygulara daha fazla sahip çıkmanın gerektirdiği ahlaki duruş, dürüstlük ve çalışkanlık gibi hasletlerin izine rastlanmıyor. Kalabalıklar, bir ‘kolektif illüzyon’un peşinde sürükleniyor ve bu yanılsamayı besleyenleri kahraman, ona karşı duranları hain ilan ediyor.
Bana gönderdiğiniz rüyayı okudum: "...su hâlâ gidiyordu, kötü bir metafor oluyordu ben böyle batmam, böyle ıssız bir ada gibi dediğimde uyanıyordum daldığım rüyadan, sanki film kopuyordu, denizler gökyüzünden kopuyordu ve iri damlalar gibi birer birer adalar gözlerinde beliriyordu, pek uzun sürmüyordu bu yolculuk, adalar birer gözyaşı olarak
555 öğeden 361 ile 370 arasındakiler gösteriliyor.