Nâme kelimesi Farsça'da mektup anlamına gelip bu kelime Osmanlı diplomatika
geleneğinde farklı boyutlar kazanarak kullanılmıştır. Osmanlı padişahlarının yabancı
devlet başkanlarına gönderdiği mektuplara nâme-i hümâyûn denilmiştir. Bunun yanısı-
ra sadrazamların ve şeyhülislâmların dış ülkelerdeki muhataplarına göndermiş oldukları
yazılı mesajlara ise mektup denilmekteydi. İran şahlarından Osmanlı padişahlarına gelen
mektuplara nâme-i şâhî ya da kısaca nâme deniliyordu. Diğer yabancı ülke başkanlarından
padişaha gelen mektuplara da genel olarak nâme denilmekteydi. Devlet başkanından alt
kademedeki yazışmalar ise yine mektup adını alıyordu.
Büyük Selçuklu Devleti'nden başlayarak XX. asrın ilk çeyreği nihayetinde hüküm-
ranlığı sonlanan Kaçar Hanedanı'na kadar İran coğrafyasında hüküm süren devletlerin
hemen hemen hepsi Türk hanedanlıkları olmakla birlikte özellikle Şah İsmail'in kurmuş
olduğu Safevî Devleti'yle (1501-1736) birlikte Osmanlı-İran münasebetleri mezhep far-
lılığının da etkisiyle oldukça çekişmeli seyretmiştir. Safevîler'den sonra İran'da saltanatı
devr alan Afşar Hanedanına (1736-1794) mensup Nadir Bahadır Şah zamanında da Os-
manlı-İran münasebetlerinin oldukça hareketli geçtiğine şahit olunmaktadır. Osmanlı
Devleti ve İran arasında çok gerilimli zamanlar yaşanmakla birlikte, 3 Numaralı Nâme-i
Hümâyûn Defteri, herhalde barışa en çok yaklaşılan dönemin söz konusu çabalarına ta-
nıklık etmektedir.
1736 senesinde İran'da Nadiriye Devleti'ni kurmuş olan Nadir Şah, ilk iş olarak
Mogan'da bir kurultay toplamış ve İran'ın önde gelenlerinden devlet başkanlığı için biat
almıştır. Bilahare Osmanlı Devleti ile barış yaparak ülkesinin geleceğini sağlama almayı
amaçlamıştır. Nadir Şah bu esnada İran ülkesini topyekûn Ehl-i Sünnet Mezhebi'ne ka-
zandırmış olması karşılığında Osmanlı Devleti'nden bir jest beklemekteydi. O jest ise,
mensubu bulundukları Caferiye Mezhebinin Osmanlı Devleti'nce beşinci mezhep olarak
Ehl-i Sünnet'e dahil edilmesi ve Harem-i Şerif'te bu mezhep için bir rükün tahsis edil-
mesiydi. İran tarafı bu konuda oldukça ısrarlıydı. Nadir Şah'ın, Ehl-i Sünnet'e dahil olma
fikrindeki bir diğer saik de doğuda büyük bir tehdit unsuru olan Afganlılarla iyi geçinme
çabasıdır.