Her okur bir kitaba başlarken hayatına yeni bir karakter sokar diye düşünürüm. O karakter bize arkadaş olur bazen ailemizden biri olur ya da çevremizden birine benzer. Ve her okurun da o karakteri algılayışı farklı farklıdır. Dolayısıyla her birimize farklı bir insanmış gibi gelir, iç dünyamıza yazarınkinden yarattığından bile çok farklı bir
Auster kitabını yorumlarken, “Kendi yaşamımdan bazı şeyleri aktardım, ama hangi yazar bunu yapmaz ki?” diyor ve, “Ben tanıdığım, bildiğim dünyayı, kendi yaşadığım ve sürprizlerle dolu deneyimleri yansıtmaya çalışıyorum, ömrüm boyunca bu kitabı yazmak için bekledim,” diye tamamlıyor sözünü.
Bazı önemli yazarlar, artık P. Auster' ın hem pöpüler hem iyi edebiyatçılar kervanında olduğunu kabul etmeyen yoktur sanırım, bir defa olsun epik ve destansı bir uzun hikayeyle, yazım serüvenlerini taçlandırıyorlar. Bu hikaye hem nitelik hem de nicelik olarak doyurucuysa biz okurlar için tadından yenmez bir tecrübe oluyor. Nasıl ki Karamazovlar, Yüzyıllık Yalnızlık, Kızıl Darı Tarlaları, Don Kişot, Savaş Ve Barış, Buddenbrooklar vb kitaplar okuyucu için birer nimet, başucu kitabıysa, bu kitap da o yoldaki bir deneme. P. Auster 1900lerin Amerikasına göç eden bir aileyi konu alarak başlayıp, çeşitli varyasyonlarla hikayeyi geliştiriyor. P. Auster' ın aslında klasik olan bir tekniği bu derece geliştirmesi hem şaşırtıcı hem de güzel bir okuma vaadediyor.