Anlatmaya nereden başlasam bilmiyorum, gerçekten beklentimin üzerinde bir roman okudum.(Yazarın ilk romanı olduğu için beklentimi düşük tutmuştum, o yüzden) Kapağında "Bin Muhteşem Güneş ile karşılaştırılmayı hak eden bir eser" yazıyor ve bu benim için iddialı bir şeydi. Çünkü ortaokulda ya da lisede -tam hatırlamıyorum - okurken ağlaya ağlaya bitirdiğimi anımsıyorum.
Kitapta Filistin'den Amerika'ya göç etmek zorunda kalan bir ailenin hikayesini okuyoruz. Hikâyeye, ailenin 3 kuşağı olan Feride, Feride'nin gelini İsra ve torunu Deya'nın anlatımıyla dahil oluyoruz. Ataerkil düzende sıkışmış, tek beklentinin oğlan doğurmak ve hata kaza(!) kız çocuk doğursa onu "namusu elden gitmeden" 16-17 yaşlarında evlendirmek olan kadınların hissettiklerini, çaresizliklerini, yedikleri dayakları ve çıkış noktası arayışlarını görüyoruz. Aile içindeki o zehirli ilişkiler, yalanlar, içi boş umutlar da cabası...
Evet hikâye sarsıcı, olay örgüsü ve dili güzel ancak bu yaşta okuduğum için duygularım biraz daha kontrollüydü. Yani bunu da 10'lu yaşlarımda okusam kendimi ağlayarak helak ederdim muhtemelen. Biraz daha sakin, daha önce benzer metinler okumanın verdiği durgunlukla okudum. Bu, yaşanan bunca zulmü kanıksamak gibi değil de edebiyatına aşina olmak gibi bir şey sanırım.
Herkes için yaşanılabilir bir dünya hayaline giden yol, bireylerin kendi dünyalarında özgürce yaşayabilmesinden geçiyor ve dilerim bu özgürlükten hepimiz nasibimizi ihtiyacımız olduğu ölçüde alırız.