Kıtalar, ülkeler, şehirler çağırdığında; dağlara tırmanmak, denize açılmak, çöle yürümek bizi çağırıyorsa, bir şehrin sokakları burnumuzda tütüyorsa, o anda bulunduğumuz yerin yabancısıyızdır.
"Tanışmak" diyor kendi kendine: "İşte, anlamının olanca açıklığına karşın içinden çıkamadığım bir fiil daha: Kimi, ne zaman, hangi kertede tanımış oluyor, sayılıyoruz? -"
Sizi kendimle tanıştırayım, bunu sahiden de yapmak isterdim, inanın, gelgelelim yolunu bilmiyorum, siz neden kendinizle beni tanıştırmayasınız hem, böylesi benim işimi kolaylaştırırdı herşeyden önce ... gerçi, tam tersini de yapabilir, tanışmamaya karar verebiliriz, ne çok şey'i önler bu, tanışınca, biribirimizi tanımaya başlamamız gerekir, dipsiz kuyu, kişi bırakalım bir başkasını, kendisini tanımak istiyor mu, istemiyor, isteseydi bunca firari bakış görmezdik çevremizde.
Hakikat anlatılamaz. İşte sorun bu. Bir anlatı değildir hakikat, başı sonu yoktur onun, ya buradadır ya da değildir kısacası, yanılsama evrenimizi yırtar, deneyimdir. Hikaye değildir ama. Bütün hikayeler uydurmadır, imgelem oyunudur, deneyim taslaklarıdır, imgedir, bütün bunlar ne kadar hakikatı barındırabilirse işte. Her kişi -yalnızca şairler değil- kendi hikayelerini uydurur. Aralarındaki tek fark şairlerin dışındakilerin uydurduklarını hayatları sanmalarından doğar.
Yazı adamı her şeyi, yaptığı yapacağı her şeyi ölçer, biçer, tartar bir yandan; bir yandan da, oysa, hayvanıdır yazının: Onu sürükler, onun peşisıra sürüklenir; bir de: Biribirilerini didikler, parçalarlar.
Kimsenin size sormadığı bir anda, onca kaçındığınız sorunun içinizdeki öteki, ikiz dürtmüşçesine karşınıza çıkması iyiden iyiye acımasız bir durum. Şundan kaçamazsınız: Aslında insanın iyi olması sözkonusu değildir.
Yolculuk, bir çıkış noktasıyla bir hedef arasında, sonra da ters yönde yaşanan bir çifte-yer-değiştirme eylemine indirgenemeyecek denli çetrefil bir örgüye dayanıyor: Kişi, yola çıkarken, kendi kimliğinin sınırlarını zorlamaya, içeriğinden uzaklaşmaya ya da taşmaya yöneliyor —yoldan çıkmak istiyor. Peki, görünmez ya da izlenmez olduğumuza bizi yolculuk yolculuğunda inandıran ne? Çarkımızın, devridaimin, bizi gözetlediğini bile unutmuş, gene de bizi gözetlemeden edemeyen çevremizin sınırlarının ötesine geçiyor oluşumuz mu?