Bu psikanalitik fikirlere ek olarak bir de yalan söyleyen çocuklarla yapılmış ampirik araştırmalar vardır. Bunlardan önemli bir tanesi, “kaçamak bakış oyunu" araştırmasıdır (Talwar & Lee, 2002). Bu araştırmada, çocuğa (örn. yasak bir nesneye bakarak) bir ihlalde bulunma ve sonra bu eylemiyle ilgili ufak bir yalan söyleme şansı tanınır. Üç yaşındakiler bunu yapabilirler ama onlarda “semantik sızıntı kontrolü” yoktur; yani, sözel beyanlarının tutarlı olmasını sağlayarak kaçamak bir bakış attıklarını açık etmemeyi beceremezler. Altı veya yedi yaş civarında ise çocukların yaklaşık yüzde 50'si sahte bir bihaberlik tutumu sergilemeyi başarır. İlkokul çağından ergenlik çağına kadar çocukların yalan söyleme davranışıyla ilgili araştırmaları gözden geçiren Edelsohn (2009), küçük çocukların cezadan kaçınma ve öz güvenlerini desteklemek için, ergenlerin ise mahremiyetlerini korumanın yanı sıra özerkliklerini ve bireyleşmelerini artırmak için yalan söylediği sonucuna varmıştır. Dürüstlük de yalan da evde öğrenilir ve çocuğun sadece bilişsel ve ahlaki gelişiminin değil, aynı zamanda ebeveyniyle ilişkisinin dokusunun da yansımasıdır. İki taraf arasında sevginin egemen olması, dürüstlük kapasitesini güçlendirir. Nefretin egemen olması ise ibreyi yalana doğru kaydırır.
...insan korkudan kaçabilir ama kaygıdan kaçamaz. Dolayısıyla korku ve kaygı hem benzerdir, hem de farklı. Bu ikisinin bir arada bulunduğu gerçeği ise fenomenoloji sularını iyice bulandırır.
Bergler, çocuksu tümgüçlülüğün korunmasının kaygının azaltılması bakımından ve benlik doyumunu sağlayan bir kaynak olarak asli önem teşkil ettiğini öne sürmüştür. Çocuk aşırı düzeyde bir engellenmeyle karşılaştığında, tümgüçlülüğü tehlikeye girer. Çocuk küçük düştüğünü hisseder ve bunun sonucunda da öfkeden kudurur. Yetişkin faillerle “ödeşemeyecek” kadar biçare olunca da bu saldırganlığını kendi üstünden boşaltır. Ne var ki tümgüçlülük görüntüsünü muhafaza etmek amacıyla onu libidolaştırır ve hazsızlıktan haz çıkarmayı öğrenir. Doğuştan gelen bir temayül, haz-içinde-hazsızlık örüntüsünü mümkün kılmıştır. Bu olaylar daha sonra yetişkinlikteki ruhsal mazoşizm örüntülerine evrilir. Bergler, bu bağlamda üç adımlı dizisel bir süreç tarif eder: (a) mazoşist, hayal kırıklığının ve küçük düşmüş olma hissinin fitilini davranışlarıyla bilinci dışında ateşler ve bundan yine bilinçsizce haz duyar; (b) kendi provokasyonunun bilgisinin yerine başka bir şey koyarak hakarete haklı bir öfkeyle karşılık verir ve (c) böylesi bir “yalancı saldırganlık” daha fazla yenilgiye yol açınca, bilinçli olarak kendine acıma uğraşına kapılır. Bilinçdışında, bu mazoşist hazda zevk almaktadır.
Freud: “Kaygı, bastırmada sıfırdan yaratılmaz; hâlihazırda, mevcut hatırlatıcı imge doğrultusunda bir duygulanım durumu olarak yeniden üretilir. Duygulanım durumları, kadim travmatik deneyimlerin öncülleri olarak zihnin bünyesine katılmıştır ve benzer bir durum yaşandığında hatırlatıcı imgeler gibi yeniden canlanır.
Her bir durum veya tehlike, yaşamın belli bir dönemine veya zihinsel aygıtın belli bir gelişim evresine denk düşer ve ondan dolayı meşru olduğu izlenimi yaratır.”
..
-bazı tehlike durumları birey olgunlaştıkça tahliye gücünü yitirir, bazıları ise daha güncel biçimlerde varlığını sürdürür.