Sana o Nobel Ödülü’nü şayet vermeselerdi, o jüridekiler ömürleri boyunca insan olmaktan duyacakları utançtan aynı senin açlıktan her gün ölüp dirildiğin gibi ölüp ölüp dirileceklerdi.
Sefaletiyle, kaleminin onuru ve gururuyla sapına kadar Nobel Ödülü’nü haketmiş bir yazardır
"Ya", "Aynen", "Mesela", "Yani"... Ne zaman bu kelimeler dilime pelesenk olsa okumaktan ziyadesiyle uzaklaşmaya başladığımı farkediyorum. Ya da hayata dair yaşadığım olaylarda kendimi yalnız hissettiğimde bana insan olduğumu hatırlatan roman karakterlerini ihmal ettiğim geliyor aklıma. Hatta bazısı bir roman karakterinden öte can yoldaşım. Dostoyevski'nin "Kumarbaz"ında masada yancıydım, Knut Hamsun'un "Açlık"tan kıvranışını az ilerdeki banktan izleyen adamdım. Köpeğim olursa adını Buck koyacak kadar çok sevmiştim Jack London'ın "Vahşetin Çağrısı"nı. Ya "Martin Eden"? Gittiğim yolun yanlış olduğunu söyleyen, ve bunun bedelini hayatını kaybetme pahasına bana gösteren "Martin Eden" gibi dost nerde bulunur söyleyin bana... "Oblomov" kadar tembel olduğum gerçeğini yadsıyamadığım çok vakitlerim oldu. Gözümü dünyaya açtığım topraklarda, Çukurova'da zalim "Abdi Ağa"ya İnce Mehmed ruhuyla karşı gelen Yaşar Kemal'i yalnız bırakmak olur mu hiç ? Daha sayamadığım niceleri... Aşkın, sevginin, ihanetin, gülmenin, gücenmenin, yaşam mücadelesinin, ıstırapın, iyiliğin ve kötülüğün kısaca hayata dair her şeyin yaşandığı bu dünyada kitaplara bir kişisel gelişim nesnesi gibi baktığım zamanlardan utanıyorum... Varsın "Ya", "Aynen", "Mesela", "Yani" diyeyim, bunca şeyin yanında bu da dert mi?!!! İşte benim "Yeraltından Notlar"ım.... / ✏️✍️Hüseyin Figen